Topyekün saldırıya, topyekün mücadele!
25 Ağustos 2012 | Cumartesi
Bayramlar mutluluk, doğal afetler dayanışma, haksızlıklar yeni dersler getirir denirdi eskiden; ama AKP iktidarında bütün kavramlar değişti. AKP, kan, talan ve nefretten başka hiçbir şey getirmedi bu topraklara. Bu topraklarda barış, kardeşlik, adalet bir kenarda dururken; niye lazım olduğunu şimdilerde çıplak gözle görmeye başladığımız radikal İslamcı örgütleri, İdris Naim’i, Bülent Arınç’ı öne çıkarıyor. Ağzından tek kelime barış lafı duyamadığımız başbakan ve ahalisi, er ya da geç savaşı kazanacağız diyerek umut(!) oluyor.
Antep’te sivil halka yönelik saldırının kınanmasının yanında, yaşananların tesadüf olmadığına dikkat çekmek gerekiyor. AKP eliyle tırmandırılan savaş politikaları, düşman halklar olgusu ve sürekli gerginlik hali, yakın gelecekte çokça karşılaşacağımız muhtemel bir durumun özetini gözler önüne sermiş oldu. Neden böyle bir şeyin yaşandığı konusunu konuşmaktan çok, bu eylemi kimin yaptığını tartışan medya, bir nevi AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor. AKP, bunu Suriye destekli PKK eylemi olarak nitelendirerek kendine savaş bahaneleri yaratmaya devam ederken, aynı günün sabahında Washington Post’ta çıkan haber dikkat çekiyor: “Suriye’de savaşan El-Kaide militanları Türkiye’den yardım alıyor.” Gaziantep’te düzenlenen cenazede tabuta sarılı Türk bayrağı koli bandıyla tutturulurken, bütün devlet erkanı katılarak yaşananları manipüle etmeye çalışıyor. Her ne olursa olsun (ki bizim işimiz kahinlik yapmak değil) çatışma derinleşiyor ve bedelini masum halklar ödüyor. Bütün bunlara karşı, üniversitenin “Barış” talebini daha da yükseltmenin tam zamanı!
Tüm bunlar olurken, AKP yüzsüzlüğün dibini vurdu. İdris Naim’in Hakkari çıkarması hüsranla biterken, ardından da hırsını gazetecilerden çıkardı. Kürt halkı, AKP’nin savaş söylemlerine İdris Naim aracılığıyla cevap verirken, Kürt halkının varlığına ve dolayısıyla siyasi temsilcilerine katlanamayan AKP, yine Şahin ve Arınç’ın ağzıyla tehditler ve hakaretler yağdırmaktan geri durmuyorlar. Bir şeyleri bir yerlere tıkmaya çalışırken, artık hiçbir yere tıkamayacakları kadar büyük krizler kapılarını sert biçimde çalıyor.
Memleketin normalleri bir değişim geçiriyor. Başbakanın veya bakanların çıkıp Kürtlere, Alevilere hakaret etmediği; gazetecileri, aydınları tehdit etmediği bir hafta geçirdiğimizde, anormal olarak algılayacağız. Hüseyin Çelik’in dediğinden, ölümün artık giderek normalleştirilmesi anlaşılıyor: “Birkaç Mehmet öldü diye Meclis toplanmaz.” Yanı başımızda savaş oluyor. Erdoğan’ın Müslüman kardeşleri ölüyor. Ama yeni öğrendik ki ölenlerin birçoğu zaten Türklermiş. Herkes AKP ne zaman savaşa girecek diye tartışırken, meğer AKP zaten savaşın tam içindeymiş. 10 yıllık iktidarı döneminde uygarlık tarihine hiçbir katkı yapmamış olmanın mahcupluğuyla olsa gerek, AKP belki de yeni bir savaş stratejisi geliştiriyor. Bölgede Esad’a karşı savaşan ne kadar silahlı grup varsa, onlara silah ve asker yardımı yapıyor. Kendisi de politika alanında Esad’ı yıpratmakla uğraşıyor. AKP, emperyalizmin aktif taşeronluğu rolünü iyiden iyiye kendine misyon biçti, ama İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu sözcüsü Hüseyin Nakavi’nin “Ankara, Suriye’ye müdahale edeceğine kendi iç işlerine baksın” lafı, Ortadoğu’nun kolay lokma olmadığını bir kez daha hatırlatmış oldu.
Her yer kan kokarken, savaş çığlıkları yukarıdan aşağıya toplum refleksi olarak inşa edilmeye çalışılırken; sevindirici bazı insanlık dersleri de ortaya çıkıyor. Uludere halkı, daha bu kış üzerlerine yağan ölüm bombalarına bile kin duymadan barışa ellerini uzattı. Devrilen askeri araca ilk müdahaleyi yapan Uludereliler, kendilerinden bir özür bile dilemeyen TSK’ya yardıma muhtaç olduğu anda yardım elini uzattı. AKP halkları birbirine düşman etmeye uğraşa dursun, bu halkın AKP’ye verecek çok güzel cevapları var. Bütün bu yaşananların tam içerisinden üniversitenin “Barış” talebini daha da yükseltmenin tam zamanı!
AKP’nin tek derdi Ortadoğu değil elbette
Sözde, devrim niteliğindeki hamlesiyle üniversiteye demokrasi getirdi AKP. Sözüm ona demokrat YÖK başkanı Çetinsaya, darbenin disiplin yönetmeliğini değiştirerek AKP tarzı disiplin yönetmeliğini getirdi. Aslına bakılırsa değişen hiçbir şey olmadığı gibi, “Suç”un kapsamları da genişletilmiş. Özgürlük adı altında lanse edilen reformda özgürlüğün en temel duyuru araçları olan afiş, pankart gibi araçlar hala “suç” kapsamına alınıp cezalandırılıyor, toplantılar yasadışı ilan ediliyor. Dahası, yeni baskı araçları geliştiriliyor. Üniversiteler, açık bir “İleri demokrasi tehdidi” altına giriyor. Daha inceltilmiş baskı metotlarıyla ve daha büyük bir yıkıcılıkla üniversiteye saldıran AKP, YÖK reformu, Suriye Savaşı, 4+4+4 gibi gündemlerde gençlikle nasıl baş edebileceğini kara kara düşünüyor. Kısaca, tekrar gösteren fiillerden dolayı her seferinde daha ağır cezaların verileceği ve AKP yargıçlarının “terör örgütü üyesidir, sempatizanıdır ya da faaliyetlerine katılır” hükmünün öğrencileri okuldan atmaya yeteceği bir disiplin yönetmeliği ile karşı karşıyayız. Demokratik hakların korunmak yerine sınırlandırıldığı, şiddetin inceltilmiş bir metodu olarak kullanılan disiplin yönetmeliğine karşı da özerk-demokratik üniversite şiarını yükseltmenin her zamankinden daha elzem olacağı günlere yaklaşıyoruz. Bu sonbaharın yakıcı gündemlerinde gençlik hareketinin önüne set koyabilmek için disiplin yönetmeliğinden çok daha fazla şeye ihtiyacı olacağını AKP’ye göstereceğiz.
Öte yandan harçları kaldıracağız diye şov yapan AKP’nin bunu nasıl yapacağı hâlâ belli değil. Kayıt dönemine birkaç gün kala harçların alınıp alınmayacağı hâlâ belirsizlik konusuyken, bu konu hakkında hiçbir açıklama da yapılmış değil.
Toplumsal muhalefet, 15 Eylül’de Ankara’da
Nereden gelip, nereye gittiği hâlâ belirsizliğini koruyan sisteme tepki büyüyor. Zaman gazetesinde bile ertelenmeli mi acaba diye tartışılan, toplumsal muhalefetin yakın dönemdeki en büyük meselelerinden biri de kuşkusuz yeni eğitim modeli. Toplumsal muhalefetin tüm unsurları 15 Eylül’de Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’yı kuşatacak. Kolektifler de geleceğe, bilime sahip çıkmak için alanda en güçlü biçimde yerini alacak.
Son olarak
Geçtiğimiz bir ayı yoksul mahallelerde çocuklara parasız dersler vererek geçiren Kolektifler, bu yıl da Okumuş İnsan Halkın Yanındadır kampanyasını şenliklerle sonlandırdı. Geçtiğimiz yıllara göre daha yaygın ve daha kitlesel gerçekleşen kampanyada, 4+4+4’e karşı tepkiyi somut olarak gözleme imkânı bulduk. Eşit, parasız, bilimsel, anadilde, özgür bir eğitim ile halkların kardeş olduğu bir ülke, daha 10’lu yaşlardaki çocuklarda ve ailelerinde büyük bir özlem olarak yerini almış durumda. Kolektifler savaşa karşı barışın; gericiliğe karşı bilimin savunucusu olmaya devam ediyor.
Dünyayı verelim çocuklara, hiç değilse bir günlüğüne.
Verelim ki barışı, kardeşliği, eşitliği öğretsinler herkese.