Direnişi büyütelim, AKP’yi sokağa gömelim – Arşiv

06 Haziran 2013  |  Perşembe
Kolektif Basın Merkezi

Günlerdir Türkiye’nin dört bir yanında süren direniş tarihe bir dönüm noktası, muhalefete de bir okul olarak kayda geçmektedir. Halkın barikatları yıkan, cesur tavrı yıllardır sola yakın kesimlerin ezberlerini bozarcasına durumlar yaratıyor. Lafın özü: Şu andan itibaren “Bu halk için değmez” söylemi dillerden düşmüş, “Bu halk her şeyi yapar.” sözü dile dolanmıştır.

80 sonrasının en kitlesel, en yaygın ve en militan direnişini yaşıyoruz. Özünde neoliberal-muhafazakar otokrasinin dayanılmaz baskılamasına isyanı yaşamaktayız. Piyasa koşullarının yaşamı yaşanamaz hale getirmesine ve tüm sosyal zeminlerin muhafazakar kodlarla yasaklanmasına karşı biriken öfke sisteme karşı bir hareketin tohumları olmuştur. AKP’yi bugüne kadar ayakta tutan önemli unsurların ikisi polis şiddeti, medya gücüydü. Gezi Parkı eyleminin ilk günlerinde ağaçları savunmak gibi meşru bir zemindeki hak talebine orantısız şiddet uygulanması ve medyanın uyguladığı sansür biriken öfkenin isyana dönüşmesinde etkili oldu. Sosyal medyanın alternatif bir haberleşme aracı olarak kullanımı ve temiz bilgi yayma özelliği birbirine hiç benzemeyen binlerce insanı yan yana getirme zeminini yaratmış oldu. Polisin vicdanları sızlatan, “bu kadar da olmaz” dedirten bilinçli ve emir kulu olmakla dahi açıklanamayacak saldırısı öfkenin sokakta kusulmasına yol açtı. Olanıyla biteniyle direniş bu temellerde, büyük bir birliktelikte ve cesurca oluştu.

Bu olan bir toplumsal olaydır. Yani başını sonunu kimsenin bilemeyeceği, hızlıca bir yere çeviremeyeceği, halkı eve sokamayacağı, talepler karşılanmadan kimsenin tatmin olmayacağı bir harekettir. Çok fazla tartışma konusu olan ve bu tartışmadan doğru solun nasıl müdahale edeceğine bir türlü karar veremediği bir nokta da hareketin karakteridir. Çok farklı unsurun yan yana gelişi, zaman zaman ulusalcı tandansın ağır basması ve Demirtaş’ın açıklamaları solun – en azından Anadolu illerinde- eylemlere uzak durması ihtimalini doğurmuştu. Ama adını koymakta sıkıntı yok. Bu eylemler ilerici karakterlidir ve endişelendiği gibi ulusalcılığa yedeklenip Kürt Halkına karşı ırkçı bir öfkeye dönüşmemiştir. Ulusalcılığın etkisini de tabanın oraya duyduğu özlemden değil, aksine Türkiye’de siyasi hegemonyanın İslamcılarla Ulusalcılar arasında kutuplaşmasından kaynaklıdır. Tüm eylemlerin ortak özelliği “sokağa çıkmanın” ana belirleyen olmasıdır. Bugüne kadar siyasi tepkisini 4 yılda bir seçimlerde ve seçim öncesi parti mitinglerinde veren insanların bugün iktidardan duydukları rahatsızlığı dile getirmek için sokakları adres görmesi önemli bir veridir ve solun biriktirdiği sokak muhalefeti tarzıyla yakın ilişkilidir.

Taksimde doğanın talanına karşı ağaçları savunarak başlayan direniş hükümet istifa sloganı etrafında yeni bir yöne girmiştir. Mahallelere de sıçrayan ve halkın çok büyük bir kısmını sokağa döken eylemler giderek yaygınlaşarak iktidar tarafından durdurulamaz bir hale bürünmüştür. Eylemlerin yayılmasıyla birlikte müdahale şansı azalan polis birçok ilde geri adım atmış ve müdahaleden kaçınır hale gelmiştir. Tüm demokratik tepkileri bastırmaya çalışan AKP’li valiler, demokrat kesilmiş halka sağduyu çağrısı yapmaya başlamıştır. Şu saatten sonra AKP’nin saldırgan tutum izlemesi kendi sonunu yakınlaştırmasıyla eş değerdir. Ama Tayyip aynı fikirde değil gibi görünüyor. Olaylarla muhatap olmamak için acilen ülkeden kaçan Erdoğan yurt dışında olmanın güvencesiyle bol keseden Kasımpaşalılığa devam ediyor. Ama artık Tayyip’in “delikanlı sözleri” bu halkı ürkütmüyor. Hatta dalga konusu oluyor. AKP içinde Tayyip’in gururcu ve inatçı tavrına karşı, uzlaşmacı bir kanat da hazır kıta bulunuyor. Abdullah Gül’ün ve Arınç’ın açıklamaları gösteriyor ki neoliberal iktidarın devamı için tavizkar ve arabulucu bir iktidar arayışı da geçerli bir tartışmadır. ABD’nin özellikle olay istemediği koşulları Abdullah Gül’ün babacan tavrıyla yaratma arayışı söz konusudur. Medyadan, cemaatten, parti içinden, ABD’den gelen telkinler muhalefeti sistem içinde tutmanın yöntemlerini gösteren pozisyondadır. Sonuçta ABD için Tayyip’in olup olmaması çok da dert değildir. Önemli olan silahsız, çatışmasız bir muhalefet olmaksızın, sistemin işlemesidir. AKP’nin tercihinin ne olacağı tam net olmamakla birlikte, çatışmanın AKP’ye yarar sağlamayacağı ispatlanmış oldu. Fakat halkın taleplerinin karşılanması konusunda gerçekçi adımlar atılmadan da direnişin bitmeyeceği öngörülebiliyor.

Üniversiteler Ayakta, Tayyip İstifa

Tüm bu toplam süreçte direniş üniversiteye sıçramadan bitemezdi elbette. Hem meydanlarda ön saflarda hem de kampüs içlerinde AKP karşıtı çizginin en belirgin sürükleyicisi üniversitelilerdi. Üniversiteliler bir halk ayaklanmasını üniversitelere sıçratmak hükümeti istifaya davet etmenin dışında, üniversiteyi bir bütün olarak taraf etmenin de yöntemlerini geliştirmelidir. Bu süreçte üniversitelerde sınavların iptal ettirilmesi ve direnişe en kitlesel katılımın sağlanması önemli bir veri olarak öne çıkmıştır. Bunların yanı sıra direniş alanlarının üretken, dayanışmacı, ilerici yerler olarak inşasında üniversitelilere düşen görev herkesten fazladır. Üniversitenin yaratıcılığı, dinamizmi ve üretkenliği alanlara mutlak hakimiyet sağlamalıdır. Kazanılan meydanlarda yeni bir hayatı kurmanın güncel pratiklerini yaratmak üniversitelilerin görevidir. Bilimi, sanatı, teknolojiyi, mizahı alanlarda üretilir hale getirmek, üretilenleri paylaşmak ve yeni bir toplumsal yapının inşasına başlamak gerekmektedir. Atölyeler, konuşulanlar üniversiteli aydın olmanın gereklerine göre hazırlanmalıdır. Tüm bunların yanında üniversiteli militanlığı AKP’nin her yeni gerici hamlesine karşı sürecin en ilerici dinamiği olarak hazır olmalıdır. Ayağa kalkan, polisle karşı karşıya gelmekten çekinmeyen, talepleri için bugüne kadar görülenin çok ötesinde cesurca bir tavır sergileyen halkın devrimci bir perspektifle örgütleneceği yeni bir muhalefet tarzını inşa etmekte en ileri inisiyatifi almaktan çekinmemelidir. Solun geleneksel ezberini yerle bir eden hareket, sol içinde kendini en hızlı yenileyebilecek olan gençlik hareketini bir adım öne çıkmaya mecbur bırakmaktadır. Şu nettir: Bu halkın bir derdi var ama onu anlayan çok az. Halkla kurduğu bağı kuvvetlendiren ve ülkedeki en temel ihtiyaçları karşılayan bir muhalefet biçimi yaratma iddiası gençliğin aynı zamanda tarihsel görevidir. Bu noktada toplumsal barışı, demokrasiyi, tam bağımsızlığı sağlayacak bir politik hattı yaratma görevi gençliğin kimseye bırakamayacağı bir noktadadır.

Toplama bakıldığında Türkiye Halkları neoliberal-muhafazakar iktidara ilk ciddi karşı koyuşu gerçekleştirmiştir. Ve bu karşı koyuş tarih açısından öznenin doğuşunu beraberinde getirmektedir. Bu yeni özne muhalefetin dar kalıplarını aşan boyuta ulaşmıştır. Tüm toplumsal hareketler açısından iyi yönetilmediğinde yozlaşma- gericileşme tehlikesi vardır. Buna karşı ilericileştirme görevi solun ortak görevidir. Küçük hesaplar yapmadan ve korumacı kaygılar gütmeden hareketin AKP’yi yok edecek noktaya gelmesi ortak kaygı olmalıdır.

Tüm bu tartışmaların sonucuna ulaşmak için henüz erken. Ama şu tahlili yapmak için hiç erken değil. Bu saatten sonra bu hareketin tortusu bile Türkiye’de birçok şeyi değişeceğini göstermiştir. Türkiye halkları eskisi gibi yönetilemeyeceğini ispatlamıştır. Neler olacağına dair öngörü geliştirmek zor olabilir. Ama Öğrenci Kolektifleri direnişi büyütmenin ve çizgisini daha da netleştirmenin öncülüğünü yapmaya adaydır. Yeni bir dünya için düş kurma devri bitmiştir, o yeni dünyayı yaratmanın pratikleri oluşmalıdır.