Beyazıt: Bir gün tek başına kalsan da…

Telaşlı günlerin ertesinde, sabah saatlerinde yola koyulmanın adıydı Beyazıt. Çoğu zamanda telaşın karşılığı.

En güzel Eminönü’nden gidilir Beyazıt’a. Vapurda hızlıca yenilen simit ve çayın ardından kabalığın ittirmesiyle basılır karaya ve kalabalığın arasında süzülerek çıkılır tramvay yoluna. Sirkeci Garı’na yaslanmış taburelere bakıp göz ucuyla içilir çaylar ve tramvayın kıvrılışıyla daralan yolda omuzlar birbirine sürte sürte yürünür. Bir ferahlıkla karşılar Gülhane durağı seni. Nazım düşer aklına, bir ceviz ağacı olursun Gülhane Parkı’nda. Nefesin tıkanıyor gibi olduğunda öğretmen mitingleri gelir aklına meydanın ortasına dikilmiş sütunu görünce. Sağ tarafında nargile kokularıyla bir han bekler. Meydanı sloganlarla doldurmadan önce, ellerini çatlatan soğukta yumruklarını sıktıktan sonra açar kapılarını. Yağmur görmeyen yerleri arar gözlerin içeri dalınca. Sıkışık dükkanlardan geçersin telaşla. Köşeyi döndüğünde muhakkak Türkali gelir aklına ve “Gülen çehreleri ve cesaretleriyle arkadaşlar çıkar karşına”, diner şakalarının ağrısı[1].

En güzel böyle varılır Beyazıt’a. Ana kapıya varıp uzaktan bakınca gözünün önünden şerit gibi geçer yaşamadığın yıllar. 60’lar, 70’ler, 80’ler… Hiç tanışmadığın yoldaşlarınla yürürsün Laleli’ye doğru. Yeni okuduysan muhakkak Günsel’i düşünürsün. Türkali’nin Günsel’ini.

Ana kapı sana hayaller kurdursa da önce Edebiyat’a düşer yolun. Merdivenlerden hemen çıkıp kantine dolaşırsın. Zifte dönmüş bir çay alır, herkese kafa selamı verip inşaattan çokta yer kalmayan orta bahçede politik tartışmaların, bitmeyen faşist gündemin konuşulduğu sohbetlerin arasında sigaralar yakarsın.

İçinden geçireceksin yalnız kaldığın o anda: “Bir gün tek başına kalsan da yine de kavga, mücadele, umut bitmeyecek. Çok yenildik, bazen yendik. Çok düştük, her seferinde sayımız azalsa da kalktık.”

Ellerinde kitapları ve türküleriyle gelen arkadaşlar dolduracak meydanları, umudunun tamamen tükendiği o anda. Sonra karanlığın üzerine onlarla yürüyeceksin. Yorula yorula.

Beyazıt her gün bir yol kavşağının adı ve haykırış tek çıkış yolu. Şimdilerde ilkel birer ses toplamı olsa da haykırışlar derlenip toplanmayı bekliyorlar, kemerin altında. Ana Kapı’yı ÖGB’ye açtıracak kadar kalabalıklaşmayı, Edebiyat’tan meydana kol kola yürümeyi…

Çoğu zaman telaşın karşılığı Beyazıt. Büyük ve sakin Süleymaniye’nin bahçesinden kaldırınca kafanı Galata’ya doğru içinden geçirdiğin o uçsuz bucaksız hayallerin, hırsla sigara yakmanın, tatlı yorgunlukların, acemi cesaretlerin, sonsuz güvenin adı Beyazıt.

Ve Beyazıt hala o güzel günleri bekliyor. Yangın kulesi haykırmayı, edebiyatın duvarları o kırmızı sarı pankartları. Bunun için söz vermeliyiz hemen! Hırsların payı, yolların ayrımı, seslerin çatallanışı, göğün gürültüsü bizde. Ya kopartacağız bu sessiz çığlığı, bir sevdayı kucaklar gibi, en orta yerinden ya da mahkum olacağız uykusuz, sıçramalı gecelere.

Dipnot

[1] Vedat Türkali, İstanbul