Üniversiteyi kendi arka bahçelerine çevirmeye çalışanların mutabakatına karşı, Üniversitelilerin ‘mutabakat’ı “Demokratik Üniversite” olacak!

Öğrenci Kolektifleri, Kolektif'in Sesi,

10 Ağustos 2016 |

Siyasette kartların yeniden dağıtıldığı, rollerin yeniden paylaşıldığı bir süreçteyiz. Herkes 15 Temmuz sonrası ilan edilen “Milli Mutabakat”ın bir yerinden rol kapmaya çalışıyor. Bunun en net göstergesi Cumhurbaşkanlığı tarafından, yani Tayyip Erdoğan tarafından organize edilen 7 Ağustos Yenikapı mitingine Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun da gitmesiydi. İlk olarak “Adım atmam” dedikleri Saray’a giderek Tayyip Erdoğan’la poz veren Bahçeli ve Kılıçdaroğlu, daha sonra da mitinge giderek kurulan yeni siyasal düzlemde adları geçsin diye çaba sarf ediyorlar.

Tayyip Erdoğan, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun çabalarını karşılıksız bırakmıyor. 15 Temmuz sonrasında oluşturduğu siyasal tablonun kıyısında köşesinde var olmalarına müsaade ediyor. Tabii tek başına tercih ettiği bir durum değil bu. Esas olarak devletin parçalanan, bürokratsız kalan çekirdeğinin nasıl yeniden inşa edileceği sorusuyla oyalanırken başvurduğu bir taktik. MHP tabanını kendi ideolojik argümanlarına ikna etme, kitle tabanı içerisinde eritme hedefiyle hareket edilirken, devlet içerisindeki MHP’li kadroları da değerlendirme hamlesi olarak okunabilir. CHP’yi sorun çıkarmayan parti noktasına çekme, sağ-popülist politikalara yedekleme ve özellikle TSK’nın yeniden dizaynı esnasında başvurulan eski Balyozcu, Ergenekoncu unsurların bir takım hassasiyetlerini okşama hamlesi olarak da Kılıçdaroğlu’yla ilişkiler “normalleşiyor”.

Tayyip Erdoğan’ın kendisi “Devleti sıfırdan inşa edeceğiz.” diyerek aslında nasıl bir süreçte olduğunu tarifliyor. İşte böyle bir süreçte, şimdilik Kürt Hareketi dışarıda bırakarak, Meclis içi muhalefetle uzlaşmış gözüküyor. Bir yandan da hem 15 Temmuz sonrası “Demokrasi nöbetleri”yle hem de Yenikapı mitingine hâkim olan havayla “Yeni Türkiye”nin toplumsal dokusunu inşa etmeye çalışıyor. Milliyetçi ve İslamcı bir söylemin, ilişki biçimlerinin devlet içerisinde hâkim olduğu, yabancı düşmanlığından beslenerek hareket ettirilebilen bir toplumsallık inşası bugün daha görünür halde. Kendi motivasyonunu televizyon dizilerinden ve onun müziklerinden sağlayan topluluklar için tarih nasıl yazılırsa ya da nasıl diziye aktarılsa öyle olacağı için de bu kolay hale gelebiliyor. Yaratılan bu simülasyonda geniş kitlelerle lider arasındaki bağ, Osmanlı’dan devşirilmiş ve bugüne uyarlanmış bir toplum olduğumuz hissini yaratıyor. Bu devlet çekirdeğinin yeni bir mutabakatla inşa edilmesinin krizli evrelerinde para-militer sokak gücü devşirebileceği kesimleri de hazır hale getirmenin bir yöntemi.

AKP’nin seçmen tabanını oluşturan kitlelerde ve “Milli Mutabakat” sayesinde onun yanına eklediği kesimlerde yedi düvele kafa tutan Osmanlı imajı yaratılmaya çalışılıyor, meydanlarda ABD’ye rest çekiliyor olabilir. Ancak Tayyip Erdoğan hem Putin’le hem de Obama’yla görüşecek. Bunun bir sebebi de uluslararası kamuoyunda “Ben hâlâ hizmetinizdeyim” demektir. Tabii emperyalizmin bölgesel krizinden ve iki güç odağı arasındaki rekabetten faydalanarak kendi iktidarını sürdürülebilir halde tutmaya da özen gösteriyor.

ABD, TSK’nın yeniden inşa edilme sürecinde aktif rol alacak. NATO üyeliği ordu personelinin eğitiminde ABD’nin denetimini güçlendiriyor. Ancak Rusya’nın Suriye’de güçlenen inisiyatif aralığı ve Davutoğlu sonrası AKP’nin Ortadoğu politikaları arasında bir bağ kurulabilirse emperyalizmin bölgesel krizi derinleşecektir. Minbiç’in IŞİD kontrolünden YPG kontrolüne geçmesi, Halep’in Suriye Ordusu tarafından kuşatılması – bir koridor hariç – Suriye denkleminde yeni bir evreye doğru seyreden gelişmeler olarak okunabilir. Buradan bağımsızlıkçı bir alternatifin çıkacağı akla gelmesin. Egemenlerin esas korkusu, kontrol altına alamayacakları halk ayaklanmalarıdır ve emperyalizm esas olarak uluslararası değil, sınıflar arası bir meseledir.

Üniversite Kaynayan Kazan

AKP üniversitelerden Cemaatçi temizlemeye devam ediyor. 4 bine yakın akademisyenin “FETÖ üyesi” olduğu yönündeki tahminlerle hareket eden devlet birbiri ardına operasyon gerçekleştiriyor. Ancak gerçekleştirilen operasyonlar, görevden almalar sadece Cemaatçilere yönelik olmadı. Anadolu Üniversitesi’nde Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan akademisyenler de görevden uzaklaştırıldı. Ardından Ankara Üniversitesi’nde darbe girişimini öven bir mail atan ancak başarısız darbe girişiminin ardından ifadesini geri çeken öğretim üyesi hakkında rektörlük herhangi bir işlem yapmazken bu maile karşı yanıt veren akademisyen hakkında Rektör Erkan İbiş darbeyi öven akademisyenin şikâyetiyle soruşturma başlattı. Marksist akademisyen Doç. Dr. Candan Badem, odasında Fettullah Gülen’in bir kitabı bulunduğu gerekçesiyle gözaltına alındı.

Darbe girişiminin ardından hem darbeye hem de sivil darbe uygulamalarına karşı bir bildiri yayınlayan ODTÜ öğrencileri de iktidar medyasının hedefi oldu. Bildirinin hemen ardından bir zamanlar Cemaat güzellemesi yapan Yeni Akit, Yeni Şafak gibi yayın organları ODTÜ’lü öğrencileri “darbeci” olmakla suçladı. Hemen ardından ODTÜ’lü üniversitelilerin “Ne darbe ne diktatörlük” forumu hakkında Ankara Valiliği suç duyurusunda bulundu. Ancak Cemaatin ODTÜ’de örgütlenme çabaları bugüne kadar Öğrenci Kolektifleri’nin etkili mücadelesiyle engellenmiş ve Cemaatçiler defalarca ODTÜ’den kovulmuştu. Öğrenci Kolektifleri’nin tüm bu mücadeleleri yine aynı yayın organları tarafından karalanmış ve o yayın organları Cemaate övgüler sıralamıştı.

Ortaklık Bozuldu, Kavga Büyüdü, Vakıf Üniversiteleri Kavganın Alanı Haline Geldi

Cemaate ait vakıf üniversiteleri teker teker kapatıldı. Ancak bu üniversitelerde okuyan öğrenciler ise tam da fillerin kavgasındaki çimenler oldu. Önce garantör üniversitelerine yollanacakları söylendi, sonra ise sınava girdikleri dönemki puanlarıyla tercih yapacakları. YÖK yine ne yapacağını bilemedi ve türlü türlü yöntem denedi, deniyor. Haliyle bu durum bir infial yarattı. Çeşitli ve haklı talepleri olan vakıf üniversitesi öğrencilerinin taleplerine kulak vermek gerekiyor. Devlet üniversitelerinde okuyanlar tarafından vakıf üniversitelilerin kendi üniversitelerine gelmesi “tepkiyle” karşılandı. Suriyeli göçmenlere gösterilen ırkçı tepkileri andıran tepkiler esas olarak paralı eğitimin ve eşitsizliğin yarattığı huzursuzluk içerisinden görülmeli. Üniversitelileri “vakıf üniversiteli” ve “devlet üniversiteli” olarak bölmeden, birlikte yürütülecek “Eşit, bilimsel ve parasız eğitim” mücadelesi içerisinde birleştirmenin de kalkış noktası olarak ele alınmalı. Çünkü bütün bu mağduriyetlerin esas kaynağı üniversiteyi piyasaya açan ve üniversiteleri müşterileştirmeyi hedefleyen neoliberal eğitim politikalarıdır.

YÖK ve Yekta Saraç özel inisiyatif geliştirmeye çalışıyor. En son Avrupa Üniversiteler Birliği’ne ve yükseköğretim odaklı 100’e yakın kurum ve kuruluşa gönderdiği bilgilendirme yazısında “Tedbirler, üniversitelerin özerkliğinin korunması için” diyerek yapılanları açıklama ihtiyacı duydu. Amacı bugüne kadar piyasacı uygulamaları birlikte yürüttüğü Cemaatçiler sonrası hedefledikleri üniversitenin yeniden yapılandırılmasında sermayeye güvence vermek.

Demokratik Ülke, Demokratik Üniversite Talebi Mücadelenin Neresinde Duruyor?

AKP ve Cemaat’in ittifak halinde hâkimiyeti altına aldıkları YÖK’le ve üniversitede rektörler düzeyine kadar devam eden kadrolaşmalar üzerinden ciddi anlamda bir değişim gerçekleştirilmiş ve üniversite-toplum ilişkisi itibarsızlaştırılmıştır. Dönemin üniversiteleri artık halkların çıkarını savunmak bir yana, devletin çıkarlarını savunan, yöneticilere çalışan ve akademik özgürlüklerin ayaklar altına alındığı kurumlardır. Üniversitenin bu durumu halkların talepleri ve hakları doğrultusunda değiştirilmelidir. Bu konuda bütün akademik kadrolar, öğrenciler, üniversite bileşenleri bir araya gelmeli, bu örgütlü mücadeleyi hep birlikte sahiplenmelidirler.

Bugüne kadar demokratik üniversite mücadelesinin ana başlıklarını oluşturan ne varsa, tam tersini yapan AKP ve Cemaat ittifakının üniversitede yarattığı tahribata karşı ancak Öğrenci Kolektifleri’yle mücadele edilebilir. AKP’nin birlikte işledikleri tüm suçları, Cemaate yıkarak elini yıkaması olanaklı değildir.

Bu yüzden başta YÖK’ün kapatılması olmak üzere;

Üniversitede söz, yetki ve karar hakkı,
Parasız barınma ve ulaşım hakkı,
Dekan ve rektörlerin seçilmesinde bağımsız bir heyetin oluşturularak bilimsel kriterlerle denetlenmesi ve üniversitelilere seçimlerde oy hakkı sağlanması,

Bilim dışında tüm otorite ve kriterlerin üniversite içerisinde barınmaması taleplerini güçlü bir şekilde savunmak ve bunları gerçek bir hareketin örgütlenme kanalları olarak kurmak gerekir. Aynı zamanda bugün ülkeyi bu hale sokanların, bu taleplerin üniversitede olmamasından kaynaklı var olan boşluktan istifade ederek örgütlendiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Demokratik üniversite programının, ülkeyi demokratikleştirme programıyla birlikte ele alınmasının gerekliliği de unutulmamalıdır. Batırdıkları her alanda, eğitimden sağlığa, hukuktan mühendisliğe daha iyisinin nasıl mümkün olacağını göstermek ve memleketi yönetme iddiasını gerçekçi bir hale getirmek gerekiyor. Yaratmak istediğimiz demokratik üniversitenin, kurmak istediğimiz eşit, adil, özgür bir geleceğin bugünkü yansıması olduğunu düşünerek hareket etmeliyiz.

Eksikler giderilecek, yeni döneme hazır hale gelinecek

Öğrenci Kolektifleri’nin hem geçmiş mücadele deneyimlerinden biriktirdikleri hem de güncel olarak durduğu siyasal çizgi, üniversiteyi özgürleştirecek bir hareket için çok önemli ve avantajlı bir yerde durmaktadır. Ancak egemenlerin iç kavgasından çıkan gürültü, üniversitelilerin temel taleplerini, acil ihtiyaçlarını ve siyasal isteklerini görünmez, duyulmaz hale getirebiliyor. O yüzden özellikle merkezi duyuru ve propaganda araçları başta olmak üzere, derdimizi anlatan her türlü aracı geliştirmeye yönelik eksiklikleri tamamlamaya odaklanılmalıdır. Ancak merkezi araçlar yetmez, gündelik hayatın en küçük rutinine kadar her anı, her mekânı derdimizi anlatacak biçimde örgütlemenin planları şimdiden yapılmalıdır.

Zor ama birçok imkânın olduğu yeni bir dönem bizi bekliyor. Faşizme karşı da emperyalizmin içinde yaşadığımız bölgeyi yangın yerine çevirmesine karşı da mücadele edeceğiz. Dünyanın ve ülkemizin, üniversitelerimizin filler tepişmesinden mahvolmasına izin vermemek, yeni bir dünyanın tohumlarını sulamak geleneğimizde, bugünümüzde ve geleceğimizde var; tek yol yola koyulmak…