Üniversiteden kayyum rektörü, memleketten diktatörü kovacağız!
24 Şubat 2021 |
4 Ocak gününün üzerinden kırk günü aşkın bir süre geçti…
“Üniversite bitti.” gibi söylemlerin yükselen uğultusuyla birlikte yeni yıla girerken, 2 Ocak 2021 tarihinde yayımlanan bir kararname ile AKP’den milletvekilliği aday adayı olan Melih Bulu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektörlüğe atandı. Bu durum, uzun zamandır üniversitelerde uygulanan anti-demokratik uygulamaların en somut örneklerinden biri olarak kendini gösterdi. Üniversitelilerin ne zamandır yükselen itirazları akademiye yapılan bu son saldırıyla birlikte Güney Kampüs barikatları önünde buluştu. “Üniversitemizin karar alma mekanizmalarındaki özerkliğine, demokratik ilkelerine, düşünce özgürlüğüne ve seçim yapma iradesine yapılan müdahaleleri kabul etmiyoruz.” diyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve farklı üniversitelerden gelen üniversiteli sıra arkadaşları kol kola girerek uzun zamandır görülmeyen bir dayanışma örneği sergiledi. 4 Ocak günü Kuzey Kampüste bini aşkın üniversite öğrencisi yan yana gelerek bir forum gerçekleştirdi. Aslında bu forum özerk-demokratik üniversite talebini hala geçerli bir talep olarak göz önüne seren ve uyguladığı en basit pratikle yapılabilirliğinin mümkünlüğünü kanıtlayan bir örnek olarak kendini gösterdi. “Direnişse direniş, boykotsa boykot, işgalse işgal!” diyen üniversitelilerin ısrarlı iradesi bugün de hala inatla direniyor.
Üniversitelilerin 4 Ocak günü çevik kalkanlarına, plastik mermilere, tomalardan sıkılan tazyikli sulara ve üniversitenin kapısına takılan kelepçeye karşı gerçekleşen direnişi aynı gün iktidarın hedef tahtasına oturtuldu. Ertesi gün üniversiteliler, eyleme katıldıkları gerekçesiyle sabaha karşı düzenlenen şafak operasyonlarıyla gözaltına alındı. Toplum gözünde direnişin meşruluğuna gölge düşürmek amacıyla yandaş medya ve sosyal medya trolleri aracılığıyla üniversitelilere yönelik algı operasyonu başlatıldı. Bir gün sonrasında Boğaziçi öğrencileri, sıra arkadaşlarına yönelik bu hukuksuz gözaltılara ses çıkarmak için Kadıköy’de diğer üniversitelilerle buluştu.
“Şilan, Anıl, Necmettin, Ömer, Akın, Murat, Koral, Muhammet ve Beyza; direnişe sahip çıkan herkese gözdağı vermek amacıyla siyasi bir kararla tutuklandı”
İlerleyen günlerde, atanan rektörü protesto etmek amacıyla üniversite kampüsünde öğrencilerin organize ettiği resim sergisindeki bir çalışma nedeniyle 4 üniversiteli gözaltına alındı. 30 Ocak günü nöbetçi mahkemeyle Doğu ve Selahattin uydurma gerekçelerle hukuksuzca tutuklandı, iki öğrenciye de ev hapsi verildi. Ardından 1 Şubat günü tutuklamaları protesto etmek için Boğaziçi’nde yapılmak istenen eyleme polis saldırdı. Boğaziçi önüne dayanışma için gelmeye çalışan diğer üniversiteliler de dahil kampüs çevresinde 108, kampüs içinde 51 olmak üzere toplam 159 üniversiteli işkenceyle gözaltına alındı.
Ardından 4 Şubat günü Kadıköy’de Boğaziçi Direnişine destek vermek için kitlesel bir eylem gerçekleştirildi. Gösteri öncesinde Kadıköy kaymakamlığı, pandemi bahanesiyle ilçedeki her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşünü bir haftalığına yasakladı. Polisler üniversitelileri keyfi bir biçimde gözaltına aldı. Bunun üzerine ara sokaklarda üzerlerine süratle araba sürerek saldıran polislere karşı üniversiteliler barikatlar kurarak kendilerini saatlerce savundu. Toplam 228 kişi darp edilerek gözaltına alındı. Eylem süresince gözaltıları protesto etmek için halk pencerelerden tencere tavalarla ses çıkartarak ve arabalardan korna çalarak üniversitelilere destek verdi. Bu kitlesel eylemin ardından Şilan, Anıl, Necmettin, Ömer, Akın, Murat, Koral, Muhammet ve Beyza; direnişe sahip çıkan herkese gözdağı vermek amacıyla siyasi bir kararla tutuklandı.
İktidar, eylemin başından beri çıplak arama, ters kelepçe, kaba dayak, sözlü ve fiziksel taciz gibi insanlık onuruna aykırı yöntemlere üniversitelileri sindirmeye çalıştı. İktidar en son Ankara’da Boğaziçi Üniversitesi öğrencileriyle dayanışmak için eylemlere katılan 3 üniversiteliyi güpegündüz kaçırıp fiziksel ve sözlü şekilde işkence etti. Oluşan kamuoyuyla birlikte 3 saat sonra üniversitelileri, şehrin dışında yerlerde serbest bırakmak zorunda kaldı.
“Sadece deneyimin kitle hareketinin zenginliğini kesmediği, örgütlülükle kitle hareketinin zengin üretimi arasındaki uyumlu bir düzlemin devamlılığını sağlamak belki de direnişten çıkarabileceğimiz ilk ders olacaktır.”
Başından sonuna sürecin rüzgarı içinde ilerliyoruz. Günlerin hızı yer yer direnişin dinamiğini yavaşlatsa da, hafif ama ağır ağır ilerleyen bir enerjiyle sönmeyen bir şekilde varlığını sürdürüyor.
Bu akışı sadece kendi halinde devam eden bir biçimde gözlemci olarak geçirmek ve onu kutsallaştırmak yapılacak ilk hatalardan biri olarak karşımızda duruyor. Bundan ötürü tekil tekil öznelerinin her birinin eğilimlerinin çeşitliliği/zenginliği ötesinde, tarih sahnesine aktığı kaynağı ve o kaynağın bizlere ne gibi olanaklar sunduğuna odaklanmak benzer çeşitlilikleri üretmemizde bize avantajlar sunacaktır.
İlk inceleme noktamız elbette bu potansiyeli ortaya çıkaran ortam ve kaynakları anlamaya çalışmak olacaktır. Direnişler özel patlama anları ve toplumsal öfkenin farklı tezahürlerini barındırıyor olmalarıyla alakalı olarak, anın ağırlığı içinde onları ortaya çıkaran etmenlerin silikleştiği süreçlere maruz kalırlar. Bu açıdan Boğaziçi’nin dinamiklerini unutmadan değerlendirmelerimizi yapmak elzem. En temelinde Boğaziçi’nin barındırdığı kampüs yaşamı biçimleri, üniversiteliler açısından mekana aidiyetlik ve buraya dair bağları bu aidiyetlikle kuruyor olmaları, yine aynı şekilde yapı içindeki kulüpler, etkinlikler vb. iletişim zenginliğini arttıracak yapıların çokluğu da burada biriken bir potansiyel için nitelikli araçlar olarak karşımıza çıkıyor.
Eylemlerin ilk gününden itibaren direnişin sıçrama noktalarına sadece doğal özneleri koyarak süreci açıklamak yetersiz kalacaktır. Orada en başından itibaren bulunan üniversiter hareketin deneyimli öznelerinin katılımı, kitle eğiliminin kararsızlıkları, geri çekilme kaygıları veya ileri öznelerin kitle eğilimi içinde yalıtılmışlığının önüne geçmede aktif bir rol oynadı. Bu aktif rol tam da bu noktasıyla zaten iktidarın, sürecin ilerleyişinde korkacağı senaryoları oluşturabilecek temel araçlar olduğu için saldırının ilk hedefi haline geldi. Sadece deneyimin kitle hareketinin zenginliğini kesmediği, örgütlülükle kitle hareketinin zengin üretimi arasındaki uyumlu bir düzlemin devamlılığını sağlamak belki de direnişten çıkarabileceğimiz ilk ders olacaktır.
Her harekette olduğu gibi bu harekette de, hareketin en önünde bu süreci ileriye taşımak isteyenlerle, sürecin kendisini koruma kaygısı altında hareketin en arkasına geçip dinamiğin sadece çelişkilerle çatışmaksızın korunabileceği yanılgısına düşenler de vardı elbet. Her toplumsal ilişkide olduğu gibi, bu örnekte de olayın kendisi toplumsal katmanların hepsine dair bağ barındırıyor. Bu bağın kendisini direnişi yalnız mekan olarak Boğaziçi içine sıkıştırma eğiliminde ısrarcı olan eğilimler tarafından maalesef anlaşılmıyor. Direniş kendince sürekli olarak, çatışmaların üstüne gidilerek büyümekle, kendi içinde kapanıklığın yaratacağı duraklamanın çatışmasından şekil almaya çalışıyor. Bugün bu kadar yaygın ve Melih Bulu’nun rektörlüğünü kabul ederek susmadığımız bir ortamı sağlayan ise çatışmacı dinamik iken, kendini sürekli olarak kanıtlamak zorunda kalan taraf yine çatışmaların üstüne giden eğilim oluyor.
İktidarın örgütlü üniversiter öznelerin katılımı dışında, en çok korktuğu ikinci kırılış noktasıysa bu direnişin toplumsallaşması ve toplumsal öfkenin ortaya çıkmasını sağlayacak aracılığı sağlamasıydı. Kadıköy’de bütün akşam boyunca sokakları dolaşan ve öfkeyi diri tutan kitle bu aracılığı oluşturması bakımından gerçek bir enerjiyi yansıtıyordu. 9 tutuklamanın 7’sinin Kadıköy eylemlerinden çıkması, saray medyasının tüm gücüyle saldırması da korktuğu öfkenin kendisini oluşturuyordu. Sürecin kendisini ilerleten ve bugün bu noktaya sıçramasında büyük payı olan öğrenci hareketinde sivrilen olayın doğal özneleri de bu tartışmalar içerisinde önemli bir noktada duruyor. Direnişin yoğun yükü altında bu süreç büyük bir ağırlıkla ilerliyor, kitle eğilimlerinin bütün geri biçimleriyle katmerleniyor olsa da pratiğin en zengin deneyimlerini kendinde biriktiriyor. Sorunu oluşturan noktaysa, bu noktanın kendisinin Boğaziçi’ndeki geriliklerle, toplumsal muhalefetin adım atmadaki kaygılarını birleştirip ilerletmede tek başına yeterli olmayacağı.
“Bugün için bir mihenk noktası tartışacaksak, bu nokta akademinin tahribatı altında ezilmiş bir üniversite mücadelesinin, bu hareketin doğal akışı içinde aynı zenginliği, en tabandaki ve katılıma en uzak özneleri de kapsayacak biçimde tekrar nasıl bir araya getirip, neoliberal tahribatın devamlılığında karşı saldırıya geçmek için aktif bir özne olarak tekrar kullanılacağı sorusudur.”
Tüm bu çatışma zeminlerinin arasında unutulmaması gereken ve herkesin sık sık birbirine hatırlatması gereken detay Boğaziçi’nin enerjisinin, üniversiter yapıdaki kamusal bilgi üretim süreçlerindeki dinamiklerin zenginliği ve potansiyeliyle kendini var ettiğidir. Bugün için bir mihenk noktası tartışacaksak, bu nokta akademinin tahribatı altında ezilmiş bir üniversite mücadelesinin, bu hareketin doğal akışı içinde aynı zenginliği, en tabandaki ve katılıma en uzak özneleri de kapsayacak biçimde tekrar nasıl bir araya getirip, neoliberal tahribatın devamlılığında karşı saldırıya geçmek için aktif bir özne olarak tekrar kullanılacağı sorusudur. Bu noktayı gözden kaçırmadan bugün direnişin toplumsal muhalefetle birleşecek damarlarını yeniden akışkan hale getirmek öncelik sorun olarak önümüzde duruyor.
Direnişler tarihinde olduğu gibi bugün de gençliğin, toplumsal muhalefeti pandemi koşullarında dahi harekete geçirebilecek potansiyelinin olduğunu ve direniş dinamiğinin gençlikte vücut bulduğunu görüyoruz. Daha düne kadar “Üniversite bitti” tartışmalarının uğultuları yankılanırken birden üniversitelilerin sokaktaki gerçek militan eylemliliğiyle birlikte dün dünde kalıyor. Üniversite; kayyum rektör karşıtlığında saflaşan üniversiteliler, uzaktan eğitimin krizleri, üniversitenin öz sorunları gündemdeyken bile iktidar karşıtlığını akademinin özerkliğine yapılan saldırılar karşısında kendini konumlandırıyor. Boğaziçi direnişi yıllardır iktidarda olan AKP’nin hala gençliği zapt edemediğini, gençliğe kendini kabul ettiremediğini kanıtlar nitelikte. Gençlikteki hiç dinmeyen sürekli değişim arzusuna hükmedemeyen iktidar, bundandır ki bu denli saldırmaya devam ediyor. Üniversiteliler bugün yalnızca talep eden pozisyonda olmadığı gibi var olan çürümüşlüğü de bununla birlikte reddediyor. Sürekli değişim ve gelişimin arzusunu üniversiteden memlekete taşıma iddiasını kendisinde taşıyan gençlik yeniden kurma çağrısıyla barikatta bir adım öne çıkıyor.
Cinsiyetçi, homofobik, kayyum rektör istemiyoruz sloganları yalnızca İstanbul’dan Ankara’ya İzmir’den Hopa’ya kadar uzanan bir talep değildir. Bu iktidarın bütün gerici, piyasacı, faşist saldırısı karşısında; üniversiteyi, memleketi yeniden kurmanın çağrısıdır. Bundan sonraki yeniyi yaratma adına atılacak adımlar da salt var olan militan eylemliliği korumak değil, sıçrayacak zemini yaratmak üzerine olmalıdır. Bugün üniversiteli aydın kimliğini yeniden kurmak aynı zamanda memleketi de yeniden kurmak demektir. Üniversitelerdeki neoliberal saldırıların AKP ile birlikte 20 yılda doruğuna ulaşan formlarının, bilgi üretim süreçlerinin dijitalizasyonuyla ve neoliberalizmin üniversitelerdeki egemenlik döneminin içinde olduğumuzun farkında olarak hareket etmek gerekiyor. Son saldırı furyasıyla birlikte, sistemin yeni krizlerine karşın öğrenci hareketini buradan kurmak ve öğrenci hareketinin temelini bu düzlemden örmek ihtiyacı kendini gösteriyor. Üniversitenin bugün kendiliğinden olan enerjisini yükseltmek gibi bir sorumluluğunu devrimciler taşıyor. Tarihin öğrenci hareketine öğrettiklerine dönüp bakıldığında, kazandırdığı unutulmaya yüz tutmuş en basit pratikleri bile tekrar hatırlamalıyız. Öz-savunma ve öz-yönetim gibi adımların hızla yükselen faşist iktidar bloğunun toplumu sürüklediği atmosfere bakarak, toplumsal mücadele tarihinde olduğu gibi her türden saldırıya karşı direniş mekanizmalarının kurulmasının da bu süreçte unutulmaması gerekmektedir. Direnişlerin genel yapısı itibariyle hem teorik hem pratik alanlar olduğunu biliyoruz. Bu bilinçle direnişten öğrenmek ve öğrendiklerimizi sınamak için atılmaktan geri durmamak gerekiyor. Boğaziçi direnişinden öğrendiklerimizi ve farkına vardıklarımızın bize kazandıracağı mekanizmaları es geçmeden başka başka direnişlere de araç ve örnek olabilecek, arkasına ne bırakabileceğine odaklanmak gerekiyor.