Özgür ülke, demokratik üniversite için biz geleceğiz
Kazan kaynıyor, zaman daralıyor, öfke giderek artıyor. Üniversitenin tüm kariyerist, tekdüze, piyasacı, gerici, kadın düşmanı, cinsel kimlik ve cinsel yönelim dışlayıcı politikalardan arındırılıp gerçek bilim üretim merkezleri haline gelmesi için mücadele etmenin asıl salgın koşullarında çok daha önemli olduğu görmek artık kaçınılmazdır. Adaletsizliğin, yoksulluğun, bunca hak gaspının iktidarda ve onun tüm kadrolarındaki yüzsüzlüğünün karşısında mücadele etmek adeta bir zorunluluktur
26 Aralık 2020 |
Virüs salgını, eve kapatmalar, ekonomik kriz, depremler, işsizlik, yoksulluk ve baskılarla karşı karşıya olduğumuz günlerden geçiyoruz. Dünya’da eskiyen her şey çürümeyi de beraberinde getiriyor. Ezenlerle ezilenler arasındaki mesafe artık bir uçurum. Geçtiğimiz günlerde Malatya’da Erdoğan’ın otobüsünün önüne geçip evine ekmek götüremediğini söyleyen yurttaş halkın salgından bu yana açlıkla olan imtihanını göstermektedir. Ancak vurdum duymazlığı arşa yükselen iktidar büyük bir pişkinlik sergileyerek derdini dile getiren yurttaşa “al bu keyif çayını iç” diyerek dalga geçebiliyor. Bir sokak röportajında bunlara muhalefet eden vatandaş ise sorgusuz sualsiz tutuklanıyor. Bu ülkede yoksulluk, güvencesizlik nedeniyle her geçen gün insanlar intihara sürükleniyor, “bir eline iş bir eline aş” yazarak canına kıyıyor.
Halkı kuru ekmeğe muhtaç eden “yüksek” bir makamın alçak vekili kendi yediklerini dahi belediyenin hesabına yazdırmaktan hiç çekinmiyor. Halkı fiziksel mesafeye uymamakla suçlayanlar anti-bilimsel gerekçeler gösteriyor. Halk hafta sonları evlere kapatılıyor kendileri sarayda lüks ziyafetler veriyor. Evde, sokakta, her yerde kadınlar katledilirken iktidar kadın katillerini af yasalarıyla dışarı salabiliyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde laf ola beri gele hesabıyla İçişleri Bakanı erkeklere “siz de vurmayın bu kadar” diyebiliyor. İktidar, LGBTİ+Q bireylere dair nefret söylemleri üreterek taciz ve saldırıyı meşrulaştırıp, hedef göstermeye; şahsi kararlarla gözaltı yapabilme ve “kaldırım işgali cezası” yazma haddini verdiği kolluk kuvvetleriyle yaşamı engellemeye devam ediyor.
İşçiler her dönemde olduğu gibi yine yoksulluğa terk ediliyor ama bu sefer yalnızca yoksulluğa değil ölüme terk edilmiş durumdalar. Sokağa çıkma yasakları işçilerin mesai saatleri dışındaki saatlerde uygulanıyor ve işçiler canı pahasına çalışmak zorunda bırakılıyor. Buna karşı tepki gösterenler de ya kapıya konuluyor ya da işsiz bırakılmakla tehdit ediliyor. Bu ülkede işçiler iktidarın gösterdiği ölüm karşısında sıtmaya razı edilmek isteniyor. Doğanın talanı için projeler hazırlanıyor. Halkın yaşam hakkına saldırı niteliğinde olan HES, JES projeleri pandemide dahi oldu bittiye getirilmek isteniyor. Devlet hastanelerinin COVID-19 servislerinin ve ekipmanlarının yetersizliği yoksullukla mücadele etmeye çalışan halkı özel hastanelere mecbur bırakıyor. Ancak özel hastanelerin önünde de insanlar paraları olmadığı için ölüme terk ediliyor. Bununla da sınırlı kalmıyor. Hastanelerde görev yapan Sağlık emekçileri de ölümlerden, saldırılardan payına düşeni alıyor. Ekipmansız, izinsiz, olanaksız çalıştırılan sağlık emekçilerinin onlarcası pandemi süreci içinde hayatını kaybetti. Hali hazırda görev yapanlarsa koşullara tepki gösterdiğinde hastane kapılarında sürüklenerek gözaltına alınıyor.
Memleketin aydınlık yüzünden ev hapsine
Üniversiteliler, pandeminin başından bu yana geleceksizlikle karşı karşıya kalan ve bunun en derin sorunlarını yaşayan kesimlerden biri. Geçtiğimiz mart ayında başlayan online eğitimle yaşanan eşitsizlikler her geçen gün artıyor. Üniversitelerin milyon liralık bütçelerinden, üniversitelilere kuruş ayrılmıyor. Derslerde üniversiteliler nitelikli bilgi üretimi bir yana dursun, kendini ifade dahi edemiyor. Sınavlarda üniversitelerin sistemleri çöküyor. Sınavını teslim edemeyen üniversitelilerin yaşadığı duruma hiçbir mercii tarafından çözüm üretilmiyor. Bazı üniversitelerde ise kamera ve mikrofon zorunluluğu getiriliyor. Sınavlara bu şekilde katılma imkanı bulamayan üniversitelilerin ise okula giderek sınava girmesi şart koşuluyor. Akıl dışı yöntemler bitmiyor. Üniversitelerin bir kısmı ise sınav dönemleri için üniversitelilerin evine ayna göndererek sınava bu şekilde katılmalarını zorunlu kılıyor. Tüm bu anti bilimsel ve öğrenci düşmanı uygulamaların yanında üniversitelerin dönem başından bu yana hibritle açılması yönünde gelişen ısrar iktidar tarafından görmezden geliniyor. Toplumsal bilgi ihtiyacının bu denli yoğun halkın içine çağrıldığı ortamda, öğrencileri yarıştıran sınav sistemleri bilgi üretiminden daha önemli oluyor. Salgına karşı bilimsel, nitelikli çözümler üretemeyen ve bunun yarattığı krizlerle baş edemeyen iktidar politikaları üniversitelere duyulan ihtiyacı gözler önüne seriyor.
Öğrenimin ötesinde, yaşamak da pandeminin en temel sorunu haline gelmiş durumda. Üniversitelilere verilen KYK kredisi ile geçinmenin mümkün olmadığı şu zamanlarda çoğu üniversiteli geçinmek için bir işte çalışmak zorunda bırakılıyor. Genellikle kafe-bar ya da AVM’lerde çalışan üniversiteliler son getirilen kısıtlamalarla bir kez daha geçim derdiyle karşı karşıya kalıyor. İnşaat, kargo, kurye gibi alanlarda çalışan üniversitelilerse güvencesizliğe mecbur bırakılıyor. Buna rağmen kredi borcunu ödeyemeyenler hakkında icra işlemleri başlatılabiliyor. Üniversiteliler hem okurken hem de mezun olduğunda borç ödemek zorunda kalıyor. Geçinmenin bu kadar zorlaştığı, üniversitelilerin 18 yaşından itibaren dört bir yanında biriken borçlarını planladığı koşullarda dahi burs miktarlarında artış gerçekleşmiyor, krediler bursa çevrilmiyor, hiçbir devlet kurumu üniversiteliler için olanaklı yaşamsal koşulları yaratmıyor.
Kazan kaynıyor, zaman daralıyor, öfke giderek artıyor. Üniversitenin tüm kariyerist, tekdüze, piyasacı, gerici, kadın düşmanı, cinsel kimlik ve cinsel yönelim dışlayıcı politikalardan arındırılıp gerçek bilim üretim merkezleri haline gelmesi için mücadele etmenin asıl salgın koşullarında çok daha önemli olduğu görmek artık kaçınılmazdır. Adaletsizliğin, yoksulluğun, bunca hak gaspının iktidarda ve onun tüm kadrolarındaki yüzsüzlüğünün karşısında mücadele etmek adeta bir zorunluluktur. Sıcak koltuğunda otururken halkın üstünde tepişenlere haddini bildirmek için ulaştığımız ilk yerden itibaren direnç hattını kurmak zorunlu görev haline gelmiş durumda. Elimizin ulaştığı bütün parçalarda çürümenin etkisini hissediyoruz. Herkes bu halkın yoksulluğuyla dalga geçmenin, kadınların, gençlerin, emekçilerin hakkına saldırmanın, üniversiteye ve bilime düşman kesilmenin ne demek olduğunu öğrenecek. Kimse onların çürüttüğü bu dünyaya bu geleceğe mecbur değil. Özgür ülke, demokratik üniversite için biz geleceğiz!