Hız kesmeden yola devam

Öğrenci Kolektifleri, Kolektif'in Sesi,

21 Mart 2013  |  Perşembe

İlk dönem ayağa kalkan üniversite AKP’ye zor günler yaşatmıştı. Özellikle yumurta eylemleriyle başlayan “AKP üniversiteye giremez” çizgisi, ODTÜ’ye Tayyip’in gelmesiyle birlikte doruk noktasına ulaşmıştı. Güz dönemi boyunca üniversiteden büyük darbeler yiyen AKP, bahar döneminde de aynı durumla karşı karşıya kalıyor.

İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “İfade Özgürlüğü” paneline katılacak olan Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, forumun yapılacağı salonun öğrenciler tarafından işgal edilmesi nedeniyle üniversiteye giremedi. Ertesi gün, “Bizim Çocuklar” tarafından gerçekleştirilen etkinliğe çağrılan AKP Genel Başkan Yardımcısı da, üniversitelilerin etkinliğin yapılacağı salonun önünde zincir kurarak AKP’lileri üniversiteye sokmayacağını bir kere daha ilan etti ve polis saldırısı karşısında gösterdikleri kararlı duruş sayesinde üniversite kapısından adımını atamadı. İstanbul Üniversitesi’nde 3 gün boyunca AKP’lilerin üniversitelere yapacağı çıkartma planı 3 günde de böylece üniversiteliler tarafından bozulmuş oldu. Son birkaç yıldır, özellikle yumurta eylemleriyle yaratılan etki, AKP’lilere üniversiteye yüzlerce polis korumasında girmekten başka çare bırakmadığı ortada.

İlk dönemde RedHack’in açıkladığı yolsuzluk belgeleri ve gençlik hareketinin kitlesel militan eylem tarzıyla iyice yıpranan AKP’li rektörler, bu dönemde de rahat bir nefes alamayacak gibi duruyor. AKP’li rektörlerin üniversitelerdeki meşruiyeti giderek zayıflarken saldırganlıkları da bir o kadar artıyor. Uzaklaştırmalar, özel güvenlik ve polis saldırıları ile gençlik hareketi baskı altında tutulmaya çalışılıyor. Üniversitede eylem yapılmasın, üniversiteliler birlikte karşı koyuş yaratamasın diye arttırılan şiddet ise üniversitede yandaş rektörleri hedef alan kuvvetli bir kanal yaratıyor. Akademisyenler açısından da aynı baskı ortamından söz etmek mümkün. Komünist Manifesto okutan akademisyene soruşturma açılması, YÖK yasası forumuna katılan akademisyenin istifaya zorlanması, şu an Başbakanlık’ta olan YÖK yasası öncesi önemli işaretler olarak algılanmalıdır.

Üniversiteler bahar dönemine yerel üniversite direnişleriyle girdi. KTÜ’de AKM için nöbette olan üniversiteli kadınlar, Kocaeli’nde uzaklaştırılan öğrencilerin direnişi, ESOGÜ’de ucuz yemek hakkı için mücadele eden, güvenlik şiddetine uğrayan, rektörden hesap soran binlerce üniversiteli…

Üniversitelerde AKP’nin işbirlikçiliğini üstlenen ÖTK Başkanı Nihat Buğra’yı yumurtalayan Beyazıtlılar, faşist-polis işbirliğine karşı direnen Hacettepeliler, bahara şenlikle “merhaba” diyen Zonguldak ve daha birçok üniversitede üniversiteliler üniversiteyi AKP’ye, patronlara, yandaş rektörlere karşı savunuyor.

YÖK yasasında yeni süreç

Geçtiğimiz dönemde YÖK yasasında büyük bir yenilgi yaşayan Tayyip Erdoğan, yeni dönemde ipleri kendi eline aldı. AKP ve patronların beğenmediği bir yasa yapan Gökhan Çetinsaya ise sürecin dışına itildi. YÖK yasası şu an Başbakanlık’ta oluşturulan bir ekip tarafından düzenleniyor. Aslında AKP’den beklenen de buydu. Çetinsaya’nın paydaşlarla tartışıyoruz adı altında hazırladığı taslak, her aşamasında muhataplarının müdahil olabildiği ve önerileri hızlıca çürütebildiği bir durum yaratıyordu. AKP tarzı ise asıl niyeti gizli tutup, hatta hiç göstermeyip kapalı kapılar arkasında hazırlanan yasalara tekabül eder. Elbette birkaç güzelleme de AKP’nin yasayı tüm üniversite bileşenlerinin ortak çıkarı olarak göstermede araç olacaktır. Tanımasak AKP’yi, yeni üniversitelerin herkesin hayali olduğuna inandırabilecek propaganda araçlarına ikna olacak birileri de çıkacaktır. Neyse ki AKP’yi iyi tanıyoruz, üniversiteyle derdini iyi biliyoruz.

Daha önceki disiplin yönetmeliği değişikliğinin özgürlük, 1. öğretim harçlarının kaldırılmasının da parasız eğitim getirmediği gençlik hareketinin tecrübesiyle sabitlenmiştir. Fakat bilmemiz gereken asıl nokta yasanın yeni halinin daha güçlü şekilde gelecek olması. Çetinsaya’nın taslağı patronları tatmin etmemişti. Tayyip ise patronların isteklerini yerine getirmekten başka bir niyet göstermeyecektir. Çetinsaya’nın taslağı rektörleri hayli huzursuz etmişti. Fakat AKP, üniversitelerde ileri karakol amiri olarak kullandığı rektörlerin de gönlünü alacak bir plan hazırlayacaktır. Şu haliyle patronların, rektörlerin ve AKP’nin uzlaştığı bir yasanın karşımıza geleceği gerçeği oluşmuştur. Yasanın bu haline karşı koymak elbette daha kapsamlı bir mücadeleyi gerektirmektedir.

Üniversiteli kadınlar ayakta

8 Mart geride kalırken gerek ülke gündemine gerekse üniversiteli kadın mücadelesine Üniversiteli Kadın Kolektifi oturdu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı işgal eden kadınlar, kadını koruduğunu söyleyen bakanlığın içinde şiddete maruz kalarak, AKP’nin kadın düşmanı politikalarını da gözler önüne sermiş oldu. Eylemin başarısı ise manşetlerde yer alan “Kadın Bakanlığında Kadına Şiddet” ifadelerinden de okunabileceği gibi, Fatma Şahin ve Bakanlık’ının ikiyüzlü politikalarını sorgulatma başarısına ulaşmış olması ve AKP politikalarının ikiyüzlülüğünü ortaya koyması olmuştur. Kadınlar, hem Sirkeci Karakolu’nda hem de Bakanlık’ta uygulanan şiddetin boyutunu, AKP’nin kadın düşmanlığını ülke gündemine taşımış ve tartıştırarak başarıyla ulaşmışlardır.

İstanbul’da gerçekleştirilen eylem ile eş zamanlı olarak diğer illerde de üniversiteli kadınların sokağa çıkması, Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin saldırılara refleksif cevap verebilme özelliğinin geliştiğini göstermektedir. İstanbul’da da kadınların (pek çok kadın gözaltında olmasına rağmen) Sirkeci Karakolu önüne giderek kadına yönelik şiddetten hesap sorduklarını bir kere daha göstermesi de bu özelliğe işaret etmektedir.

8 Mart’ta Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin yaklaşık 22 ilde eylem ve etkinlikler gerçekleştirmesi, daha önce hiç sokağa çıkmadığı pek çok ilde sokağa çıkması, üniversitelerde eylemler yapması, KTÜ’de günlerce AKM için kararlı ve renkli bir biçimde nöbet tutması, İstanbul’da yaklaşık 300 üniversiteli kadın ile birlikte gerçekleştirilen kadın şenliği de 8 Mart’ın başarılı sonuçlarındandır.

8 Mart’ta yapılan şenliklerle, etkinliklerle, eylemlerle yüzlerce üniversiteli kadınla temas edilmiştir. Şimdi yapılması gereken, Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin bu hareketliliği 8 Mart sonrasında daha da büyütecek bir çizgiye kavuşturulmasıdır. Üniversiteli kadınların mücadelesine yeni bir hat ve soluk çizen Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin yeni deneyimleri de bu süreçte mücadelenin elini kolaylaştıracaktır.

“Barış” perdelerini açtı!

yılında Gençlik Filmleri Festivali, üniversitelilerin alternatif, bağımsız film festivali yolunda olmaya doğru ilerliyor. Festivalin bu yılki teması “barış”, hem Suriye ile süren gerilimin hem de Kürt sorunundaki müzakerenin eksenini kesiyor. Üniversitelerde hakim olmaya çalışan piyasacı ve gerici hegemonyaya karşı ideolojik bir karşı koyuş olarak da varlığını derinleştiren festival, ülke gündeminin barış temasıyla belirlenen siyasal sürecine de gençliğin sözünü taşıyor.
Geçen 2 yıla oranla festivalin yapıldığı il sayısındaki artış dikkat çekiyor. Bu yıl Diyarbakır’da da yapılacak olan festival, gençliğin onurlu ve gerçek bir barış için beyaz bir perde açmasını sağlıyor.

Geçen 2 yıla oranla festivalin yapıldığı il sayısındaki artış dikkat çekiyor. Bu yıl Diyarbakır’da da yapılacak olan festival, gençliğin onurlu ve gerçek bir barış için beyaz bir perde açmasını sağlıyor.

Öğrenci Kolektifleri, kültür-sanat alanına dair önerileri üniversitelerde geniş üniversiteli katılımı sağlayan, katılımcı etkinlikler yaratıyor.

Barışı halklar getirecek

Ülkenin en önemli siyasal gündemlerinden birisi kuşkusuz müzakere süreci. Kürt sorununda AKP’nin ikiyüzlü politikalarının onurlu ve kalıcı bir barış getirmeyeceği görünüyor. Ortada henüz barış süreci olarak adlandırılabilecek bir sürecin de olmadığı açık. Kürt siyasi hareketinin taleplerini karşılama noktasında elle tutulur bir adım atmayan AKP, üniversitelerdeki Newroz kutlamalarına yapılan polis saldırılarıyla da samimiyetsizliğinin göstergelerinden biridir. AKP’nin baskıcı, inkarcı tavrında değişim olmadığı açıktır. Tayyip Erdoğan’ın son mitinglerinde “tek millet, tek dil” gibi söylemleri devam etmektedir. Seçim dönemi öncesi kendi tabanının milliyetçi arzularını da tatmin etme duygusuyla hareket eden AKP, müzakere sürecinde gerçekçi adımlar atmakta zorlanacaktır.

Mümkün oldukça istikrar ve “artık bu sorun çözülsün” vurgusunu öne çıkaran AKP kurmayları, süreci yönetmekte zorlanmaktadırlar. Sürecin kuşkusuz en büyük dönemeci Diyarbakır Newroz’udur. Öcalan’ın mesajları doğrultusunda belirlenecek süreç, milyonlarca insanın katılımıyla yeni bir döneme girdi. Silahların sınır dışına çekilebilme koşullarının oluştuğu ve yeni mücadele sürecinin demokratik siyaset alanı olduğu vurgusu Erdoğan tarafından da olumlu olarak yorumlandı. Sürece dair karşılıklı hamleler sürmektedir. Fakat AKP’nin süreci ikiyüzlülükle yürüttüğü gerçeği her fırsatta hatırlatılmalıdır. Silahların susması ancak AKP’den de gelecek olumlu adımlarla mümkün olacağından, sürecin bundan sonrası da yeni pazarlıklar yaratacaktır. Üniversiteliler yıllardır süren savaşın sonlanması niyetindedir. Fakat barışın kalıcı ve onurlu olması, ancak sürecin demokratik yöntemlerle yürütülmesiyle mümkündür.

Mücadeleyi ortaklaştırma zamanı

Öğrenci Kolektifleri, ülke gündeminin üniversite dışı konularla ilerlediği bir süreçte üniversiteyi gündem yapma sorumluluğuyla hareket etmelidir. Bir yandan Kürt sorunundaki çözüm hamleleri, diğer yandan açıklanan Ergenekon mütalaaları derken, AKP’nin barışık olmadığı kesimlerle yoğun karşılaştığı dönemler yaratmaktadır. Yaklaşan seçimler AKP’yi bir an önce sorunsuz bir ülke yaratma zorunluluğuna itmektedir. AKP’nin çözemediği yegane sorun olan sokak, ancak muhalefete yapılan baskının arttırılması ile mümkün olabilecektir.

Seçim dönemlerinde esnek davranmak zorunda kalan AKP, içinde bulunduğu zor siyasi süreçte kendisine engel olabilecek her şeyi bugünden yok etmek istiyor. Üniversitelerde ÖGB (Özel Güvenlik Birimi) ve polisin şiddetinin, açılan soruşturmalar ve verilen cezaların son dönemde artış göstermesi tesadüf değildir. AKP, tüm bu sıkışıklık döneminde hem de üniversitelerdeki dönüşüm planı Başbakanlık’ta tasarlanırken üniversite direnişleriyle karşılaşıyor. AKP’nin rektörleri üniversitelerde iyiden iyiye anlamsızlaşıyor.

2. dönem ortaya çıkan kitlesel öğrenci eylemleri de durumu kanıtlamaktadır. Parça parça, yaygın ve kitlesellik kazanabilen üniversite eylemleri şimdi AKP, patronlar ve yandaş rektörlere karşı ortak bir zeminde buluşmalıdır. YÖK yasası yeniden geldiğinde onu terse çevirecek hazırlıklar Öğrenci Kolektifleri tarafından yapılmalıdır. Özel üniversiteleri, harçların yeniden ve katlanarak gelecek olması üniversitelilerin gündemine sokulmalıdır. Toplamda ülke gündemine müdahale kanalının az, fakat ülke gündeminin de üniversiteden bağımsız şekilde yoğun olması, üniversiteyi tekrar gündeme getirecek merkezi bir programı kaçınılmaz kılmaktadır.
Öğrenci Kolektifleri, üniversiteye yapılan her türlü saldırıya karşı direnme yöntemlerini eylem tarzıyla göstermiştir. Şimdi Türkiye’nin dört bir yanında üniversitelerde biriktirilen bu direnişleri birleştirmenin ve AKP’ye karşı bütünlüklü bir karşı koyuş yaratma zamanıdır. AKP’nin, patronların, yandaş rektörlerin değil, üniversiteler bizimdir!