Hava parçalı bulutlu, yeniden baharı getirelim! – Arşiv

15 Şubat 2013 | Cuma
Kolektif Basın Merkezi

Üniversiteler yavaş yavaş bahar dönemine başlıyor. Geçtiğimiz dönem yürüttüğümüz tartışmalar ve biriktirdiklerimiz, yeni dönem açılırken bizlere rehber olacak nitelikte. Üniversite muhalefeti okulların açılmasıyla birlikte kaldığı yerden devam etmelidir.

Sahi bir YÖK Yasası vardı…

Üniversitelerin değişmeyen gündemi YÖK, uzun zamandır yeni yasa tartışmalarıyla gündemdeydi. Yeni YÖK Yasasının çıkarılması her ne kadar sermaye için aciliyet sergilese de, patronlar bir süre daha beklemek zorunda kalacak gibi görünüyor. Çiçeği burnunda Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, mevcut taslağın günümüz koşullarına uygun olmadığını söyledi. Yeni yasanın bir süreliğine rafa kaldırılmasının bir sebebi, mevcut anayasa hükümlerinin YÖK Yasasıyla çelişmesi olsa da gençlik hareketinin yıpratıcı gücü yadsınmamalıdır. YÖK Yasası’na karşı örülen etkili barikat ve yalnızca YÖK Yasasına sıkışmayan, geniş anlamda üniversiteyi sahiplenen doğru politika, öz örgüt kavramının içini doldurarak Kolektif’in üniversiteye aidiyetini ve üniversiteyi temsil gücünü göstermiştir. Süreç boyunca örgütlenen çizgi pek çok dinamiği harekete geçirmiş, Eğitim-Sen öncülüğünde pek çok demokratik kitle örgütü, sendika, meslek odaları, siyasi partiler ve dernekler MEB önünde YÖK Yasasına karşı ortak bir mücadele yürüteceklerini açıklamışlardır. Özetin özeti: YÖK yasası üniversitelilerin iradesi ile geciktirilmiştir.

Uzun zamandır direnişte olan İTÜ’lü asistanların direnişlerini YÖK önüne taşımaları bu sürecin takdire şayan bir diğer gelişmesi oldu. 60’ın üzerinde 50/D’li asistanın keyfi şekilde işten çıkarılmasına karşı direniş kararı alan İTÜ’lü asistanlar, YÖK önünde gerçekleştirdikleri süresiz oturma eylemi sonucunda kazanım elde etti. Akademik mücadelenin en güçlü dinamiklerinden olan 50/D kadroları, bugün üniversiteye dayatılan ve yeni YÖK Yasasıyla birlikte kurumsallaşacak olan güvencesiz çalıştırmaya karşı ilkesel anlamda kararlı bir duruş sergiledi. Eylemin kitleselliği konusunda haklı eleştiriler olmasına karşın 50/D’li asistanlar önemli bir güç olduklarını gösterdiler. İTÜ’lü asistanların ardından diğer üniversitelerde kurulan/yeniden faaliyete geçen çeşitli asistan platformları da bu sürecin bir diğer önemli kazanımı.

Ve AKP’nin rektörleri… Dönem tam kapanırken ortaya çıkan RedHack belgeleri, ODTÜ’yü kınayan rektörlerin yolsuzluklarını da ortaya çıkardı. Yıllardır paralı eğitimi meşrulaştırmak için kullandıkları “harçlarla yemekhane giderini karşılıyoruz ” lafları, paraların lüks arabalara harcandığı gerçeğiyle boşa düştü. Üniversite mücadelesi açısından var olan bir başlığı yeniden öne çıkaran bu durum, üniversitelerde AKP’nin memurluğunu yapan rektörlerle de mücadele etme zorunluluğunu doğuruyor. Üniversitelerde söz, yetki, karar hakkı meşruluğunu bir kat daha artırıyor. Özellikle rektörlük işgali ve kuşatmaları gibi deneyimler, üniversitelilerin üniversite kimliğine sahip çıkma noktasında rektörleri nasıl yargılayabildiğini ve bu kanalın nasıl büyüyebildiğini gösterdi.

Gençliğin sesi bu sene de perdede

Bu yıl üçüncüsü düzenlenecek olan Gençlik Filmleri Festivali afişleri üniversitelerin bir süredir boş kalan duvarlarını süslemeye başladı. AKP’nin savaş boyalarını sürdüğü şu günlerde, bir yandan Kürtlere dönük siyasi ve askeri operasyonlar devam ederken, bir yandan da yanı başımızda, Suriye’de emperyalist bir savaş körükleniyor. Gençlik Filmleri Festivali, bu yıl gençliğin barış talebini, “barış” temasıyla beyaz perdeye taşıyacak. Sanatın alınır-satılır bir mal haline geldiği, gençliği sanatın her alanında tüketici olarak kodlamayı görev bilen bir sanat anlayışına karşı düzenlenen festival, her yıl olduğu gibi bu yıl da binlerce üniversiteliyle buluşacak. Gençlik Filmleri Festivali, AKP’nin gerici-piyasacı ideolojik hegemonyasına karşı gençliğin verdiği en büyük cevaplardan biri olarak görülmeli ve alternatif-ilerici bir üniversite kültürü yaratmanın sürekli aracı olarak algılanmalıdır. Şubat’tan itibaren barış üniversitelerde ve perdelerde olacak!

AKP can almaya devam ediyor

“Barış” demişken, güya burnumuzun dibinde ama esamesi okunmuyor! AKP’nin ülke sınırlarını savaş alanlarına, sınırdan gerisini de savaş üslerine dönüştürmesinin bedelini yine masum insanlar ödedi. Hatay-Cilvegözü sınır kapısında bomba yüklü bir araçla gerçekleştirilen saldırı sonucu 13 kişi hayatını kaybetti. Daha Akçakale’de katledilenlerin cesetleri soğumadan gerçekleşen bu saldırı tekrar göstermiştir ki AKP savaş oyunlarına devam ettikçe bedeli siviller ödüyor. Tayyip Erdoğan’sa zerre utanmadan suçlu arıyor. Akçakale’de olduğu gibi, bu saldırıda katledilenlerin sorumlusu AKP’dir. Daha önce söylemiştik, tekrarlıyoruz: “Öğrenci Kolektifleri, savaş çığırtkanı, emperyalizmin taşeronu, bölge halklarının katili AKP’yi bu ülkeden söküp atana; barışın ve kardeşliğin ülkesini kurana kadar mücadele etmeye devam edecektir.”

Müzakerelerde “tehlikeli” gelişmeler

Suriye’de dökülen kana, sınırın kuzeyinden dökülen kanlar da karışıyor. Kürt sorununda “müzakere” sürecini duyuran Erdoğan, bir yandan hem siyasi hem askeri operasyonlara devam ediyor, bir yandan da İmralı’ya gidecek heyet hakkında atıp tutuyor. Sürecin doğrudan BDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş tarafından duyurulan köşe taşlarını “yaklaşan seçimler, Suriye’deki ve bölgedeki gelişmeler” oluşturuyor. Demirtaş’ın belirttiği bir diğer husus da “Suriye’deki Kürtlerin İmralı sürecini yakından izlediği ve bu sorunun çözümü halinde Suriye Kürtlerinin Türk hükümetine güvenlerinin artacak olması”

AKP’nin başlattığı bu sürecin barışa hizmet etmesinin mümkün olmadığını daha önce belirtmiştik. AKP en başından gerillanın silahsızlandırılması isteği, Ahmet Türk’e darılıp görüşmeleri askıya alması, Öcalan dışındaki unsurların görüşmelerde tanımsız olması ve son olarak Erdoğan’ın “Kürt Sorunu Kürt vatandaşlarımızın bireysel sorunlarıdır” indirgemesi kalıcı bir barışın değil, savaşı manipüle eden bir yaklaşımın eseridir. Bu yaklaşımı ise tez canlılıkla değerlendirmeye alıp Kürt siyasi hareketini başarısızlıkla suçlamak yanlış olur. Hala beklenip görülmesi gereken çok mesele var. Bir yanıyla Suriye’deki PYD gerçeği, bir yanıyla Avrupa’da PKK’ye yönelik artan operasyonlar, bir yanıyla BDP’nin konum alma çabası, bir yanıyla da AKP’nin sağın en geleneksel yöntemini yeniden deneyip Kürt zenginlerini neoliberal pastaya ortak etme hamlesiyle süreç çok bilinmeyenli bir denklem halinde ilerliyor. Her birini ayrı ayrı değerlendirmek elbette gerekir ancak ilk elden zihnimize yazmamız gereken gerçek, Türkiye’de Kürt Sorunu’nun demokratik çözümü ve Ortadoğu halklarının kardeşliğini üretecek siyasi program ancak sol öznelerle oluşturulabileceğidir.

Havada seçim kokusu var

AKP cephesinde ise bazı durumların dünden daha farklı süreceği ortada. Önce alelacele geçirilen Belediyeler Yasası, ardından “parasız ulaşım” açıklaması, kabine değişikliği, TMMOB yasasının iptali, yılda iki kez öğretmen ataması müjdesi, 4. yargı paketi ve daha pek çok düzenleme göstermektedir ki, AKP bir yandan zorunluluk aşamasına gelen düzenlemeleri (Belediyeler Yasası ve pek çok KCK tutsağına tahliye yolu açacak 4. yargı paketi gibi) aceleyle yapıyor. Diğer yandan da popülist politikalarına yenilerini ekliyor.
Yaklaşan yerel seçimlerin ve ardı ardına gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerin etkisini görmemek mümkün değil. Ancak AKP’nin heybesindeki seçime dönük politikalar ile yapılması aciliyet arz eden düzenlemeler, AKP’nin yorucu bir ikileme düşeceği noktalara işaret ediyor. Öte yandan asker cephesinde de sıra dışı olaylar yaşanıyor. Tayyip Erdoğan’ın Ergin Saygun’u ziyareti ülkede hızlıca gündem oldu. Kimisi için umut, kimisi için imaj tazeleme, kimisi için insanlık meselesi anlamına geldi. Ancak Tayyip Erdoğan oturduğu iftar sofrasında bile seçim pazarlığı yapan bir lider olarak insanlık namına birini ziyaret edecek bir imaj çizmiyor. Hele ki bu kişi Tayyip’in en büyük savaşlarından birinin tarafıysa. Olsa olsa bir dizi siyasi hesabın ürün olabilir. Örneğin Suriye savaşına giderken AKP’nin üst düzey komutanlarının çoğunun hapiste olması, dışarıdakilerin de istifa etmesi gibi! Fethullah’ın yıllar önce askeriyeye yerleştirdiği genç subaylarının da “büyüdüğünü” ve hızla terfi olduklarını da unutmamak gerekiyor.

Parçalardan bütüne doğru…

Genele baktığımızda daha olgunlaşmamış, parça parça ama yığınlar halinde önemli gündemlerle dolu bir döneme başlıyoruz. Suriye meselesi, Kürt sorunu, Anayasa değişikliği önümüzdeki birkaç ayın en yoğun başlıklarından olacak gibi duruyor. Üniversiteden yediği tokatla yasayı biraz daha ertelemeye mecbur kalan AKP’ye karşı üniversite muhalefeti kendi öz gündemlerinden kopmadan, her alanda fiili cevap yaratmalıdır.

Siyaset düzleminin çok yukarılara taşınacağı zamanlara doğru giderken, ayağı yere basan gerçek politikaları üretmenin tam zamanı. Dönem başlar başlamaz üniversitelerde esecek Kolektif rüzgarı üniversiteyi yeniden ülke gündeminde belirleyen pozisyona getirebilir. Kolektif’in yaygınlık ve derinleşme sağlanması gereken bu dönem üniversitenin tamamını örgütleyen gerçek bir üniversite örgütü yaratma iddiasıyla dolu dolu planlanmalıdır. AKP’nin kırılganlığı bu gibi günlerde giderek daha belirginleşiyor. Yıllardır üniversitelerde örgütlenen çizginin, ülke genelinde yükselen hak mücadeleleriyle birleştiği noktada AKP açısından bir yıkım doğurduğu aşikar. Eskinin tecrübesini yeninin heyecanıyla birleştirme zamanı şimdi. Akademiyle ilgili tüm kurumları üniversitenin ayağa kalkışına taraf eden Kolektif şimdi üniversitenin gerçek sahibi olma mücadelesini yükseltmelidir.

Öncelik ve öncülük yine gerçek eşitlik için mücadele eden kadınların! 8 Mart yaklaşırken, Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin sesi üniversite koridorlarında ve sokaklarda bir kez daha yankılanmaya hazırlanıyor. AKP’nin gerici, kadın düşmanı, cinsiyetçi yüzü ve beslediği erkek şiddetine karşı üniversiteli kadınlar bu sene çok daha hareketli ve devamlılığı esas alan bir 8 Mart programına başladılar bile.

Ayağa kalktık bir kere, hava parçalı bulutlu olabilir. Değiştirmek bizim elimizde! Memleketin sokaklarına bahar geliyor yeniden. Şimdiden ısınmak gerek!