Halk sağlığını tehdit eden sizsiniz, memleketin güvencesi biziz!

Öğrenci Kolektifleri, Kolektif'in Sesi,

08 Eylül 2020 |

Türkiye’nin “yeni normali” yaklaşık 3 aydır hayatımızda… Yaşadığımız büyük kapatılmanın ardından kaldırılan seyahat yasağı, açılan AVM’ler, turizm tesisleri, kafe-barlar ile hızlı bir geçiş olan “yeni normal” iktidarın salgını yönetme anlayışını gözler önüne sermiş oldu. Bilim Kurulu’nun yeni normale geçişe dair uyarıları defalarca “bizzat Erdoğan” tarafından yok sayıldı. Açılan kamusal alanlarda işçiler için ortaya çıkacak ölümcül koşullar, sosyal alanların sık kullanımıyla bulaş riskinin artacak olması elbette her zaman olduğu gibi turizmin canlanmasından ya da tüketimin artmasından daha önemli olamazdı. Devlet ve onun tüm kurumlarında salgını kontrol altında tutuyoruz diyerek boy gösterenler istedikleri her anda, koşulda Covid19 testine ulaşabilirken halk hastanelerden test yok gerekçesiyle kendilerini karantinaya alma koşuluyla evlerine geri yollandı. Üstelik çok büyük bir kısmı ölümcül koşullara rağmen hayatta kalabilmek için çalışmak zorunda bırakılmış olmasına rağmen. Öyle ya da böyle artık iktidarın salgın yönetiminin birçok yüzü olsa da tek bir esası var.  O da halk üzerinde yaratılmaya çalışılan “iktidarın verdiği olanaklara mecburiyet” durumunun yaratılması için virüsün elverişli bir araç haline getirilmesi. Ancak salgının açığa çıkardığı durumların en yakıcı sonuçlarını yaşayan halk kesimleri de yaratılan bu tahakküm durumuna karşın sürecin krizlerini yorumlama ve karşı çıkma refleksleri geliştirmeye başladı. Özellikle halk nezdinde pandemi döneminin başlangıç ve gelişim sürecinin krizi, virüsü anlamak ve ona karşı en temel savunma araçlarını devreye sokmaya çalışmanın krizi olarak karşımıza çıktı. Bugün geldiğimiz noktada bundan farklı bir kriz boyutu olarak siyasal bir refleks olarak bilgisizlik ve belirsizliğin krizi karşımızda duruyor. Salgının ilk dönemi olan kapatılma döneminin sorunları Dünyada yaşananlarla ilgili öngörülebilirliği zayıf olan bir kriz türüydü. Lakin yeni normalle başlayan ikinci aşamadaki krizin kendisi tamamen sonuçlarının öngörülebildiği bir kriz olarak karşımızda duruyor.

Salgın Koşullarında Yan Yana Gelişler Yalnızca Yandaş Olmayanlar İçin Tehlikeli

İktidar tarafından belirsiz ve bilgisiz bırakılmanın yarattığı sorunlar giderek artıyor. Sorunun en problemli noktası da burası, bu süreçte bizleri sadece dinleyici koltuğuna oturtan ve daha fazlasının kendi koltuğu için ciddi tehlike yaratacağını düşünerek engelleyen bir süreç yönetimi. Bu süreç aynı zamanda her hafta düzenli test hakkına sahip, belirtileri gösterdiği andan itibaren kendine en rahat hastane ortamını bulabilecek, fiziksel mesafeyi sadece kendi dışındakilere öneren bir bürokratlar tablosu önümüze koyuyor. Yetmiyor! Bu süreç kısıtlı bilgilerden ibaret bakan ve yönetici konuşmaları, üstü kapatılan ölüm sayıları, iktidarın ihtiyacına göre açılan mekanlar ama toplumsal ihtiyaçlar için gereklilik arz eden yerlerin olanaksız bırakılması durumunu içeriyor. Dahası Malazgirt kutlamalarını maskesiz ve keyif içinde kutlarken, Ayasofya açılışında izdiham yaratırken, Giresun’da dar bir alanda insanların üstlerine çay atarken sorunları çözdüğünü düşünen Erdoğan içinse salgının bilançosu ağırlaşmaya devam ediyor.

İktidarın Salgın Yönetiminde Üniversitenin Yaşamsal Niteliği Yok Sayılıyor

Pandeminin en başından itibaren, üniversiteleri kapatıp bir anda online eğitime geçiş yaptırılmak zorunda bırakılan üniversiteliler bu bilançonun en öfkeli ve kaygılı kesiminde yer alıyor. Gerekli altyapı hazırlanmadan apar topar evlere yollanan biz üniversiteliler bu krizin faturasını hem alt üst olan yaşamlarımızda hem de bilimden, nitelikten uzak eğitim almak zorunda bırakılarak yaşadık. Süreç boyunca uzaktan eğitimin yetersizlikleri, eksiklikleriyle boğuşmaktan aile evindeki ebeveyn baskısına, uzaktan eğitim için araçlara ulaşamamaktan, yurt ve ev kiralarını ödemek zorunda bırakılmaya kadar… Her alanda sadece sorunlarla uğraşan taraf olduk. Yaşamlarımızı güvencesiz koşullarda sürdürmek zorunda bırakılan biz üniversiteliler evlere kapatıldığımız günden bu yana sorunların yanında yaşadığımız koşulların psikolojik yüküyle de karşı karşıya bırakıldık. İktidarın pandemi sürecini yönetememesine paralel olarak üniversitede iktidar temsilciliklerini gizlemeyen rektörler de aynı yönetememe sürecini devam ettirdiler. Milyonlarca liralık üniversite bütçelerinin, kampüslerin kapalı olduğu dönemde nasıl kullanıldığının detayları hala belirsiz. Öte yandan pandemi koşullarında dahi Kanal İstanbul projesini devreye sokan iktidarın bu projeye ayırdığı bütçeyle eğitime ayırdığı bütçe arasındaki uçurumda bir başka detay olarak karşımızda…

Tüm bunlar yaşanırken üniversitelerin açılıp açılmamasına dair tartışmalarsa, üniversitelileri ve üniversitenin tüm bileşenlerini özne olarak görmeyen bir tutumla sürdürüldü. Önceleri eğitimin nasıl devam ettirileceğine dair üniversitelerin kendi yönetimlerinin inisiyatifine bırakan YÖK ve Sağlık Bakanlığı en son güz dönemi boyunca online eğitime devam etmesi yönünde açıklama beyan etmiş oldu. Tüm bu tartışmalar süresince üniversitenin temel işlevini, salgın koşullarında bilime duyulan ihtiyacı, üniversiteli gençliğin içinde bulunduğu durumu anlamaya dönük tek bir bakış açısı dahi ortaya konmadı. Mutlak bir eve kapatılma halini kendi çıkarları için “sürü bağışıklığı” yöntemiyle salgını aşma hamleleri yapan iktidar üniversiteye ve üniversitelilere savaş açmış durumda. Bugün için yaşamın temel ihtiyacı olan bilgi üretim süreçlerinin nitelikli bir biçimde nasıl işlemeye devam edeceğine dair zerre program önerisi olmayan bir online eğitimin yaratacağı sonuçlar göz ardı edilemez. Halk sağlığını tehdit ediyor gerekçesiyle üniversiteleri açmamak açıkça bugüne dek üniversitelilerin yan yana gelişinden doğan itirazlara tahammülsüzlüğün bir göstergesidir. Bu koşullar altında üniversiteye dair karar alma yetkisi ne kadar uzayacağı belirsiz halde duran ve bu belirsizlik içerisinde sorumluluklarını yerine getirmemeye alışmanın rehavetiyle kafiyeli tweet atmaktan fazlasını yapmayan Sağlık Bakanı’nın veya bir başka grubun eline bırakılamaz. Bu konuda net program ancak üniversitelilerin kendi öğrenim haklarına dair iradesiyle ortaya konabilir.

Üniversitelerin Açılmasının Koşulları Yaratılabilir

Türkiye üniversitelerinin geçmiş 6 aylık dönemini değerlendirdiğimizde başarısızlık üzerine başarısızlık eklediği, sistemlerin çöktüğü, sınavların yapılamadığı, online derslerin sürdürülemediği örnekleri dışında elde ettiğimiz başka bir sonuç bulunmamakta. Salgın koşullarına dair halk sağlığını güvence altına alacak tedavi yöntemleri, yaşam biçimleri bulunamamışken çağımız uygarlığının üniversiter bilimin en özgür en nitelikli ve en eşit koşullarda yapılabilmesine ihtiyacı olduğu çok açık. Ancak buna rağmen online eğitimi elini yüzüne bulaştıranlar üniversitelileri mekansızlaştıran ve kimliksizleştiren bir saldırı yöntemini tercih ediyorlar. Buna karşın üniversiteleri kapatmanın halk sağlığı için çözüm olmadığı üniversiteliler tarafından ortaya konmalıdır. Üniversiteler meslek edindirme kursu değil, akademik çalışmaların, bilgi üretiminin mekanıdır. Bir halkın yaşamsal tüm ihtiyaçları için üniversiter bilgiye ihtiyacı vardır. Yapılması gereken ihtiyaca kulak vermektir.

Üniversitelerin açılması için en güncel talepler üniversitelilerin önderliğinde belirlenebilir ve örgütlenebilir. Temel ihtiyaçlar doğrultusunda ifade etmek gerekirse:

1-Kampüsün her alanında parasız maske, eldiven, dezenfektan teminin sağlanması gerekmektedir. Üniversite içerisinde tüm bunların satışı yasaklanmalıdır.

2-Kampüslerin ve yurtların günde en az 1 kere dezenfekte edilmesi gerekmektedir.

3-Kampüs ve yurt giriş çıkışlarında düzenli ateş ölçümü yapılmalıdır.

4-Üniversitelilerin kampüslerde ve yurtlarda tüm kapalı alanları kullanımı en fazla 3 saat olacak şekilde düzenlemeler yapılmalıdır.

5-Ders araları sıklaştırılmalı, ders kontenjanları sınıf veya amfi içindeki fiziksel mesafe koşullarına göre ayarlanmalıdır. Yurtlarda tüm hijyen malzemeleri üniversitelilere parasız temin edilmelidir.

6-KYK yurtları yarı kapasite öğrenci almalı ancak tüm TÜRGEV, TÜGVA gibi cemaat, tarikat yurtları ve özel yurtlar kamusallaştırılmalıdır. Barınma durumunda ihtiyaç tespit edilerek yeni yurtlar açılması gerekmektedir.

7-Üniversitelerde yemekhane, kütüphane, sosyalleşme alanı olarak kullanılan tüm alanların fiziksel mesafeye göre düzenlenmesi gerekmektedir.

8-Üniversitenin tüm bileşenlerinin sağlığı güvence altına alınmalıdır. Yani akademisyenler ve tüm üniversite, yurt personellerinin çalışma saatlerinin düzenlenmesi, tüm koruyucu ekipmanları ücretsiz temin etmeleri sağlanmalıdır.

9-Üniversiteliler, akademisyenler ve tüm üniversite, yurt çalışanları 15 günde bir parasız, düzenli test yaptırabilme olanağına sahip olması gerekmektedir.

10-Üniversitelilerin haftanın 5 günü kampüsü kullanacağı bir programın zorunlu koşulması yerine haftanın 2 ya da 3 günü yüz yüze eğitim için kullanabileceği bir program hazırlanmalıdır.

Tüm bunların yerine getirilmesi üniversitelilerin salgın koşulları altında hem kendi sağlıklarını hem de halk sağlığını güvence altına alabilecek koşulları yaratacaktır. Üniversiteleri kapatmak çözüm değildir. Salgın koşullarında üniversitelerin açılmasının koşullarının sağlanması da hayal değildir. Üniversitelilerin nitelikli, eşit, bilimsel öğrenim hakkı için tüm olanaklar seferber edilmelidir. Hatırlatalım; bu  memlekette halkın sağlığını hiçe sayan bir iktidar ve iktidarın piyasacı yönetimi sonucunda virüs koşulları dışında da ölümcül koşullarda yaşamak zorunda bırakılan bir halk vardır. Tüm dünyada olduğu gibi halka açılmış yaşamsal saldırılar karşısında her zaman biz üniversitelileri karşınızda bulacaksınız. Halk sağlığını tehdit eden sizsiniz, memleketin güvencesi biziz!