Bugünün direnenleri, yarının sahipleridir
26 Aralık 2016 |
AKP iktidarının kendisiyle birlikte bütün ülkeyi de ateşe atmaya yeminli olduğu her geçen gün, yaşanan her gelişmede daha net ortaya çıkıyor. 10 Aralık günü Beşiktaş’ta, 17 Aralık günü Kayseri’de gerçekleşen, TAK’ın üstlendiği ve çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesine yol açan katliamlar sonrası “başkanlık sisteminin hedef alındığı” propagandası tüm AKP kurmaylarınca yapıldı. Siyasi rant sağlayabileceği katliamların hemen ardından başkanlık propagandasına başlayan AKP ve medyası, 22 Aralık günü “öfkeli sünni gençler” dedikleri IŞİD’in TSK mensubu iki askeri katlettiği görüntüleri yayınlamasının ardından sessizliğe gömüldü.
Patlayan bombaların arasında ülkeyi ancak baskıyla ve zorla yönetebilen AKP/Saray iktidarı içinde bulunduğu krizi OHAL’in kapsamını genişleterek, KHK’larla akademisyenleri işten atarak, vekilleri, gazetecileri tutuklayarak, örgütlenme ve eylem yapma özgürlüğünü engelleyerek aşmaya çalışıyor. Ancak bunların hiçbiri AKP’nin içinde bulunduğu krizleri aşabilmesi için yeterli değil. Girilen Ortadoğu bataklığında askerler hayatını kaybediyor. Rusya Büyükelçisi Karlov’un uğradığı suikastle birlikte polis teşkilatı içinde AKP’nin desteklediği cihatçı grupların örgütlendiği ortaya çıkıyor. Bir gün önce Rus Konsolosluğu önünde Halep için eylem yapan AKP tabanının suikastin ardından yaşadığı kafa karışıklığı ise eşi benzeri bulunmayacak cinsten. AKP’nin Siyasal İslamcılığının krizi sadece bununla sınırlı değil üstelik. Esad’ı devirmek için mezhepçi politikalarla girilen Suriye’de Türkiye, İran ve Rusya ile imzaladığı ortak deklarasyonla birlikte “demokratik ve seküler bir devlet” olarak nitelendirdiği Suriye’nin “egemenliğini, bağımsızlığını destekleyen” bir noktaya gelmek zorunda kalıyor. AKP’nin 20 milyon dolara İsrail’e sattığı Mavi Marmara davası düşürülüyor.
Ekonomide ise doların engellenemeyen yükselişi homurtuları artırıyor. TÜSİAD’dan ekonomideki gidişata itiraz gelirken ekonomideki güvensizlik yatırımcılar için Türkiye’nin cazibesini giderek düşürüyor. Bu soruna bulunabilen tek çözüm ülkeye giren kara para olarak görülüyor. Bir yandan da Amerika’da kara para aklamak suçuyla tutuklu bulunan Reza Zarrab davasının detaylarında bu konu açığa çıkıyor: Erdoğan’ın uluslarası terör finansmanı konusunda başat unsur olduğu iddiaları dile geliyor.
Ülkenin yönetilememesine ve tüm bu sorunlara AKP tarafından çözüm olarak gösterilen şey ise başkanlık. Tüm güçleri elinde toplayarak ülkeyi mutlak monark olarak yönetmek isteyen Erdoğan’ın bu yoldaki yedek lastiği MHP’yi de unutmamak gerekiyor elbette. Her katliamın ardından hükümete yönelik tepkileri demokratik kurumlara yönlendiren, AKP’nin giremediği üniversitelerde devrimci öğrencilere saldıran MHP’nin işlevi AKP’nin koltuk değneği olmaktan daha ötesi değil.
Bu atmosferde toplumsal muhalefetin ve gençlik hareketinin önümüzdeki aylarda olası bir başkanlık referandumunu hesap ederek ve başkanlığa karşı şimdiden etkili bir muhalefet etme biçimi geliştirerek hareket etmesinin gerekliliği ortada.
Üniversitelerde birinci dönem biterken
Üniversitelerde birinci dönemin sonuna geliniyor. Geçtiğimiz bir dönem boyunca üniversiteler iktidarın doğrudan ve dolaylı saldırılarının hedefindeydi. Hem memleketteki genel baskı siyasetinin ve OHAL’in yansımalarıyla üniversitelilerin siyasi, kültürel ve sosyal çalışmaları engellenmeye çalışıldı hem de doğrudan üniversiteye yönelik çıkarılan KHK’larla muhalif akademisyenler ihraç edildi, rektörlük seçimleri kaldırıldı. Bu saldırıların karşısında üniversiteli devrimciler bir yandan demokratik alanları genişletmeye çalışırken diğer yandan da üniversitenin bileşenlerini yanyana getirerek demokratik üniversite mücadelesini büyütmeye çalıştı.
Bir dönem süresince pek çok üniversitede OHAL bahanesiyle afiş, stand yasaklarına hatta şiir okumanın, müzik yapmanın yasaklanmasına karşı parçalı direnişler yaşandı. Bu direnişlere kantin zamlarına, ringlerin kaldırılmasına karşı hak mücadelesi çizgisinde eylemler eşlik etti. Kocaeli’den Eskişehir’e kadar pek çok yerde muhalif akademisyenlerin ihraç edilmesine ve üniversiteye yönelik saldırılara karşı üniversite bileşenlerinin yanyana gelebildiği Dayanışma Akademisi gibi direniş biçimleri gelişti. Özellikle 676 sayılı KHK ile rektörlük seçimlerinin kaldırılması ve Boğaziçi Üniversitesi’nin seçilmiş rektörü yerine Saray tarafından başka birisinin rektör olarak atanmasına karşı Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri kitlesel tepkiler verdiler. Üstelik verilen kitlesel tepkilerin yanında yapılan forumlarda alınan kolektif kararlarla demokratik üniversite fikrini ilerletici bir rol oynadılar. Üniversiteli kadınlar 25 Kasım haftasında üniversitelerdeki eylem yasağını delerek üniversite muhalefetinin önünü açan eylemler yaptılar. Adana Aladağ’da Süleymancılara ait bir tarikat yurdunda çıkan yangında çok sayıda öğrencinin hayatını kaybetmesine karşı üniversitelerde ses çıkarma eylemleri, yürüyüşler yapılırken kamusal-nitelikli yurt talebi yeniden üniversitelilerin gündemi haline geldi. Beşiktaş’ta ve Kayseri’de gerçekleşen katliamların ardından hem katliamlara hem de katliamı başkanlık için fırsata çevirmeye çalışan faşistlere karşı üniversitelerde eylemler yapıldı.
Bu dönem biterken üniversite muhalefetinin üzerinde önemle durulması gereken iki kitlesel eylemi var. İlki İstanbul Üniversitesi’nde muhalif akademisyenlerin KHK ile ihraç edilmesine karşı 3 Kasım günü Beyazıt Meydanı’nda yapılan ve örgütlenmesinde akademisyenlerin yoğun çabası olan eylem. İkincisiyse örgütlenmesinde üniversiteli gençlik örgütlerinin doğrudan inisiyatif aldığı 8 Aralık’ta yine Beyazıt Meydanı’nda gerçekleşen “OHAL’e, KHK’lara, rektörlere karşı üniversiteler bizimdir” eylemi. Bu eylemler hem uzun zamandır üniversiteli gençlik hareketinin gerçekleştirdiği en kitlesel ve en coşkulu eylemler olmaları bakımından hem de üniversite bileşenlerinin OHAL koşullarında bile yanyana geldiği zaman yarattığı etkinin görülebilmesi bakımından önemli bir yerde duruyor. Üstelik Beyazıt’ta faşist saldırıların hemen ardından gerçekleşen 8 Aralık eylemi üniversitede faşist saldırılara karşı mücadelenin kitleselleşme olanaklarını da gösteriyor.
AKP’nin her dönem kan uyuşmazlığının olduğu üniversiteler hala hareketli ve hala muhalif. Üniversitelerin önümüzdeki dönemde olası bir başkanlık dayatmasına karşı birer direniş odağı haline gelmemesi içinse hiçbir sebep yok. Onların yasaklarının koca bir yaygaradan, kuru gürültüden ibaret olduğunu gösteren üniversiteli devrimciler bu memlekette kanlı bir başkanlık rejiminin inşaasına müsaade etmemekte kararlı. OHAL’e, KHK’lara, yandaş rektörlere karşı direnenler var oldukça üniversiteler biat etmeyecek. Bugünün direnen gençliği yarının sahibi olacak.