Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz!

Öğrenci Kolektifleri, Kolektif'in Sesi,

10 Ekim 2016 |

Tam bir yıl önce tüm siyaseti ve gündelik akışı değiştiren 10 Ekim Ankara Katliamı, bir yıl sonra yasaklamalara karşı direniş olarak kampüslerde ve kent meydanlarında bir meydan okuma günü olarak anıldı. Son bir yıldır sola ve halka yönelik kitle katliamlarını bir yönetme stratejisine çeviren AKP-Saray rejimi, yıldönümlerini de güç gösterisi yapma niyetiyle yasaklamaya girişti. Ancak AKP-Saray rejiminin anlayamadığı ve bir türlü çözemediği bir durum var. O da şu ki; bu topraklarda faşizm hangi biçimde, hangi yaygınlıkta ve hangi güçte saldırırsa saldırsın, üniversiteliler, devrimciler her zaman faşizme karşı direnişin bir yolunu bulmuş, göğsünü siper etmiş ve inatla ayağa kalkmıştır.

Serde korku olduktan sonra, elde cop tutmak fayda etmez

10 Ekim Katliamı’nı anmak neden yasaklanır? Ankara Valiliği, huzur ve güvenliğin sağlanması, kamu düzeni, kişi dokunulmazlığı vs. nedenler sayarak bir açıklama yaptı. Az kalsın gerekçe kısmına “Cumhurbaşkanımız istemiyor öyle şeyler” yazacakmış da son anda idari teşkilat şeması aklına gelmiş gibi adeta. Ne yazıp yazmadığı önemli değil. Sonuçta idarenin bir şeyi nasıl yaptığı, niye yaptığını da açık ediyor. İktidar bize açıkça diyor ki; “Konu her ne olursa olsun, mekân neresi olursa olsun, kalabalıklar halinde yan yana gelmenize izin veremem.” Örneğin “Bir Gezi daha kaldıramam” ya da yaygın, kitlesel, militan bir sokak hareketiyle “Mücadele edecek dermanım kalmadı.” Bu saldırganlık, bu faşist terör, bu savaş yaygarası, bu emperyalistlerin karşısında ön iliklemeler, mega projeleri kalkınma hamlesi diye yutturma çabaları, bu patron korumacılığı, bu ölümleri bile ayrıştırma gayreti, bu Osmanlıcılık ayakları… Bu bir güç göstergesi mi? Yoksa güçsüzlüğü örtme yaygarası mı?

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde şiir okumanın gözaltı sebebi olduğunu akıldan çıkarmamak lazım. Bir Edebiyat Fakültesi’nde şiir okumak yasaklanıyorsa, bunun korkudan başka açıklaması yoktur. Zira üniversiteliler, yeri geldiğinde tehlikeli şiir okur, dünyaya da sataşır. Bu korkuda haklılar. Yönetilemez bir bataklık yarattılar. Üniversiteyi bilim, sanat, felsefe dışında her şeyin konuşulduğu, yandaşlar arası koltuk savaşlarının yaşandığı, patronların cirit attığı bir dört duvar haline getirirken, üniversitenin tarihsel misyonunu yani itiraz etme yetisini, sorgulama kabiliyetini ve ayağa kalkma cüretini görmezden geldiler. Korku bir kere aklı belirlemeye başladıktan sonra, şiir de yasaklanır, gülmek de. Ama her yasağın isyancıları, her kampüsün Kolektifçileri var.

Kampüsler kaynıyor, sokaklar ısınıyor

Ülke çapında iktidar tarafından lanetlenmiş milyonlarca yurttaş var. Laikliğe küfür ediliyor, eşitlik layık görülmüyor, bilim eğer patrona yarıyorsa yapılabiliyor, demokrasi kendi içlerinde bile fazla geliyor. Adına 2. Kurtuluş Savaşı dedikleri bir kör döğüşüne milyonları inandırmayı bekliyorlar. Kapalı çarşıda 600 tane dükkân kapanmış. Esnaf da bu 2. Kurtuluş Savaşı’na katlanmaya devam edecek gibi mi duruyor? Eski semboller yok ediliyor. İsimler, mekânlar, hatta anlaşmalar. Lozan’a çatmanın bir anlamı var herhalde. Eğer bu yeni bir Kurtuluş Savaşı’ysa bunun yeni bir kurucu metni de olmalı. Bu metnin adı anayasa da olur, KHK da. Ama içinde yazan belli. Kendinden olmayanı ötekileştir, muhalifleri sustur, basını sansürle/kapat, üniversiteleri arka bahçe yap, akademisyenleri at, işçiyi güvencesizleştir, patronun karnını doyur, doğayı talan et, ırmakları HES şirketlerine sat, Akkuyu’yu nükleer çöplüğüne dönüştür…

Ama bu kadar büyük planlar, rejimi yeniden örgütleme gayretlerine rağmen, İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsünde yemekhane yok, yemekler çadırda yeniyor. Kocaeli Üniversitesi’nde okula girişlerde x-ray kuyrukları oluşuyor. Demokrasi şölenlerinin gölgesinde İTÜ’de öğrenciler cezalarla eğitim hakkından mahrum bırakılıyor. Samsun’da, Antalya’da, dört bir yanda yurtlar yetersiz, mevcut yurtlarda çamaşırhaneler öğrencilerin cebindeki harçlığa göz dikmiş. Her yıl artan kontenjanlar nedeniyle sınıflara öğrenciler sığmıyor. FETÖ soruşturması sonucu görevden alınan üniversite personeli (zamanında AKP’nin yerleştirdiği) yüzünden öğrenci belgesi almak dahi krize dönüşmüş durumda.

Üniversiteyle alay eder gibi YÖK’ü kapatmayı yeniden ağzına alıyor AKP. 672 sayılı KHK ile görevden atılan Barış Akademisyenleri, AKP’nin üniversitedeki demokrasi şiarının özetidir. YÖK’ü kapatıp, yeni yeni YÖK’ler ile üniversiteyi doğrudan Cumhurbaşkanlığı ve patronların yönetim koordinasyonunu sağlamaya niyetliler. Bu kadar sorun, bu kadar çürüme ancak bir şiddet imparatorluğuyla yönetilebilir. Ancak bu şiddetin üniversiteli devrimcileri teslim alması için hiçbir formül yok. Üniversiteler, hali hazırda her şeye rağmen net biçimde AKP-Saray rejiminin karşısında duruyor. Sınıf içlerinde, fakülte koridorlarında. Polis okula girdiğinde bakışlarda, ÖGB afişe el uzattığında fısıltılarda. Üniversiteliler AKP ile karşı safta. Ancak tek tek sitem etmek değil, hep beraber örgütlü durmak, hep beraber ayağa kalkmak gerek. Üniversitenin bağımsız mücadele örgütü Öğrenci Kolektifleri’ni sınıf sınıf örgütlemek gerek.

Ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Bizim fısıltılarımız devrimcidir. Kahkahalarımız yıkıcı, duruşumuz kaya gibidir. Bir yer altı hareketidir dayanışma ve kalkışmadır yan yana gelişlerimiz. Tüm kampüsler bilir gençliğin mücadelesini. Tüm kaldırım taşlarının altında bir anısı vardır gençliğin.

Kavga çok net artık. İki taraf var, sömürüden, işbirlikçilikten, kadın düşmanlığından, çocuk tecavüzcülüğünden beslenen taraf karşımızda duruyor. Bizim tarafın kaygıları ve hayalleri belli; kimsenin kimseyi sömürmediği, emperyalizmin uşaklarına boyun eğmediği, dilinden veya dininden dolayı, cinsiyetinden ve cinsel yöneliminden kaynaklı öldürülmediği, laiklik, eşitlik ve özgürlük temelinde bir yaşam. Öyleyse bu yaşamı kurmak gerek. Düne kadar yan yana gelmeyen ya da gelmemiş herkesin artık yan yana gelmekten başka bir yolu yok bunun için. Artık bir bildiri yazanla o bildiriye uzanan el birlikte inşa etmek zorunda mücadeleyi. Dışarıda durmak yok, dışarıda durana inatla seslenmekten, “Hep birlikte” demekten başka seçenek yok. Örgütlenmekten ve örgütlemekten başka gidilecek yol yok. Herkese ulaşacağız, bizi bulamamış kimse kalmayacak. Kaygıları olanların kaygılarını giderecek “Birlikte durduğumuzda karşılıklı güven gelişir.” Diyeceğiz. Patron medyasının yalanlarıyla, gerici ideolojilerin demagojileriyle aklı karışmış kim varsa ona doğruyu göstereceğiz, doğruyu hep birlikte eyleyeceğiz. Kimsenin kimseye tahakküm kurmadığı, kolektif bir özgürleşmenin yolunu açmak için Öğrenci Kolektifleri’nde birleşmeye, herkesi kolektif bir hayatı ve eylemi örgütlemeye çağırmaktan başka çare yok.

Küçük sohbetlerin, yan yana gelişlerin yaktığı isyan ateşini bir kuşağın gerçek hikayesi yapmak için yol açık.