Bir Beyazıtlı yazdı | Otobüsten inmek veya piknik yapmak gibi isyanlar
19 Haziran 2013 15.21
Dünyanın en büyük pikniğine geldiğime eminim.
Ağaçlar mı bu kadar büyük yoksa benim bedenim mi çok kısa bilmiyorum. Görüp görebileceğim en uzak noktaya kadar halı ve kilimlerin serildiği bir pikniğe getirmiş annemle babam beni. Çeşit çeşit desen ve renkte kilim birbiri üstüne geçmiş: zihnimden yıllarca gitmeyecek bir kolaj bu. Ağaç yaprakları arasından süzülen güneş ışınları sarı sarı düşüyor üstümüze. Yetişkinlerin de böyle şeyler yaptığına biraz şaşırıyorum. Ben de sokağa kilim serip evcilik oynamayı seviyorum, bunu biliyorum, ama bu kadar çok insanın aynı anda buna karar vermesine hayret ediyorum. Hep bir ağızdan aynı cümleleri haykırdıklarında biraz ürküyorum. Burası koca bir evmiş gibi birbirlerine çay ve kek ikram ettiklerinde hoşuma gidiyor.
Gezi’deki ağaçlar bize koca bir çatı olmuş. Bizi her şeyden korurlar gibi geliyor. Ya da belki biz onları koruruz. Bilinmez. Bir noktada fark ediyorum ki, insanların söyledikleri şeylerden korkmama gerek yok. Seslendikleri kişiler çok başka, yıkmak istedikleri sistemi henüz tanımasam da bir adaletsizlik hissediyorum. Ben de onlara katılıyorum, ses çıkarıyorum. Ağaçlar da bize katılıyor, onların yapraklarında dolaşan şey esen rüzgar değil de çınlayan sloganlar artık.
20 Şubat 2024 16.02
Okulların herkese açık olması gerektiğini savunan birileri önümüze bir otobüs polis yığmış ve ana kapımızın önüne apayrı bir duvar örmemiş gibi dans ediyoruz. Beyazıt Meydanı’nı ruhsuz bulan ben, tarih sayfalarından göz kırpan canlılığının aynı iyimserliği paylaşan insanların bir arada bulunmasından geldiğini ancak o gün öğreniyorum. Arkadaşlarım el ele tutuşup zıplıyorlar, onları kameraya çekiyorum. Mutlu görünüyorlar. Özgür görünüyorlar. Meydan da özgür oluyor o gün, hatta haftalarca en güneşli günü Beyazıt’ın o gündü, diyeceğim.
19 Şubat 2025 15.48
Halay çeken parmakların kırmızılığı ve üstümüze düşen karın beyazlığı arasındaki kontrast bir süre rüyalarıma girecek. O soğukta botum karları ezerken, halay çekmek ve zıplamanın daha pragmatik olduğu hiçbir bağlam düşünemiyorum.
Küçükken anneme yemek ve suyun neden parayla satıldığını sormuştum. Benim beş yaşındaki halimin cebinde para yoktu ve sokaktaki pek çok insanın benimle aynı durumda olabileceğinden emindim. Yüreğime sığacak gibi de değildi. Dünyayla etkileşimi henüz çok zayıf olan çocuklar sezgileriyle bir şeyleri bulabiliyorlardı demek.
Ben o zamanlar henüz, Sibel’in yemek kartında 1 lira kırk kuruş ile aramızdan ayrılacağını bilmiyordum. Ama üzerimize kar acımasızca ama çok da zarifçe yağarken artık biliyorum. Sibel için oradayım, arkadaşlarım için oradayım, kartında kırk kuruşu olan herkes için oradayım.
Oradaki herkes bunu biliyor, onlar da kırk kuruşlar için burada ve ben bunu bildikleri için minnettarım. Dağıldığımızda kar topu oynayan herkesle aramda anlaşılmaz bir dostluk bağı olduğunu biliyorum.
19 Mart 2025, 14.57
İnsan neden Anayasa Hukuku dersi dinlerken içinde garip bir acı, göğsünde tuhaf bir sıkıntı hisseder? Anayasa dersleri biz bunları hissedelim diye yapılmamıştır muhakkak. Hatta “uygar insan” şu anayasa kitapçıklarını kimsenin içi daralması diye yazmaz ve bastırmaz mı?
Depresyon sürekli aynı döngüde sıkışıp kalmak ve bunu kıramamak gibi geliyor bana. İşten eve alarmlarla yaşamak ve başka bir şeyi yapmaya heves dahi bulamamak. Ülkelerin ve halkların depresyonu nasıl oluyor peki? Metrobüs duraklarında birbirinden bela alarmlarla uyanmış onlarca insanın yüzündeki mutsuzluğu görüyorum. Herkesin her gün aynı duraklarda indiğini ve aynı sokaklardan yürüdüğünü biliyorum, boğaz tokluğuna ömürlerini törpülemekte olduklarını biliyorum: babamı, annemi, kardeşlerimi, komşularımı, otobüsteki emekli olmuş ama olamamış amcayı, pazar arabasını süren yaşlı teyzeyi her gün görüyorum.
Otobüsten durağınız geldiği için değil, canınız öyle istediği için indiniz mi hiç? Denizi izlemek veya daha yeşil bir sokaktan yürümek için indiniz mi? Hür iradenizin hâlâ olduğunu kanıtlamak için indiniz mi? İplerin sizin elinizde olduğunu kendinize hatırlatırcasına farklı bir yola saptınız mı?
Koca bir okul, bir sokaktan ötekine taşacak kadar çok sıra arkadaşım aniden otobüsten inmeye karar verdik, ve barikat yıkıldı. Barikatı yıktık: sadece canımız istediği için, sadece hakkımızın ne olduğunu bildiğimiz için, hem de hiç kimse bizi buna zorlamamışken, hem de yüzünü bile görmediğimiz insanlar için. Sadece kolektif bilincin, yemekhaneden iktisat binasına akan o uzun, upuzun kolektif bilincin bir anlık aşka gelişiyle hem de.
Aniden otobüsten inmek güzel şey. Durağımızı bekleyecek kadar uslu olmadığımız için Vefa sokaklarında bizi alkışlayan teyzeleri, ağlayan amcaları unutmayacağım hiçbir zaman. Bir polis memuru bana bağırarak “siz kişilerin tarafındasınız” demişti. Haklıydı. Vefa’nın sarmaşıklı binalarından, pencerelerinden sarkarak “gururumuzsunuz gençler” diyen, elleri yılların emeğiyle nasırlaşmış tüm “kişilerin” yanındayım.
25 Mart 2025 19.42
Arkadaşlarımla yorgunluktan bir kenara çöküp yemek yiyoruz. Dakikalar geçiyor, sonra koca bir saate sarkıyor. Abide-i Hürriyet Caddesi mi, Cumhuriyet Caddesi mi bilmiyorum, tüm isimler birbirine karışmış benim için. Hak Hukuk Adalet Caddesi’nin oralarda bir yerde, Faşizme Karşı Omuz Omuza Sokak’tayız. Biz soluklandıkça arkamızdan daha kalabalık bir sel aktı. Bir noktada arkada kalırız sandım, bir noktada camlardaki tencere tavalar kesilir sandım, hiçbiri olmadı. Biz coşkuyla, alkışla yürürken bir mağazadan iki işçi koşarak çıktı ve “Katılabilir miyiz?” dediler. İnsan selimize katılan kaç kişi vardı o gün, sayamadım. Binalardan inen herkes bir anda arkadaşımız oluyordu. Dağılmak için bindiğimiz metrolarda da bu yoldaşlık sürüyor olsa gerek ki sloganlarımızla onları da raylı kortejlere çeviriyorduk.
Aniden otobüsten inmeyi, barikatları yıkmayı, kol kola girerek yürümeyi seviyorum: kendimi yalnız ve tek hissettiğim her krizde “kişi”ler benim yanımdaydı, ben “kişi”lerin yanındayım. Yan yana tüm yollar daha kısa.