Üniversiteler bizimdir, memleket bizim!
19 Şubat 2018 |
Her ne kadar dillerde 2019 olsa da zihinlerde işi daha önceden bitirmek var. O yüzden de “halimizi” biraz daha olağanüstü kılmak için OHAL’in yanına bir de savaşı ekliyor. Afrin’e yapılan operasyonla Tayyip Erdoğan, dışarıdaki istikrardan çok içerideki istikrarı elde etmiş gibi duruyor. 15 Temmuz’da geçici de olsa “milli birlik ve beraberlik gerekliliği” üzerinden sağlanan, kontrgerilla merkezindeki mutabakatın sonrasında giderek zayıfladığı; sağ içinde karşıt seslerin daha da yükseldiği bir durum vardı.
Sosyal medya paylaşımlarından dolayı yapılan operasyonlar artarken, muhalefetin de sesi iyice kısılmaya çalışıldı. Muhalif duruşunu koruyan TTB de terörden nasibini aldı. Muhalefet örgütleri baskı ve terörle bastırılmış olsa da diktatörlüğün yarattığı toplumsal yıkım, kendini tekil örneklerle dışa vuruyor. “Geçinemiyorum” diyerek kendini Meclis önünde yakan işçi ya da İŞKUR önünde soyunan işçi, bu dışavurumun öne çıkan simgeleridir.
Diktatörün suretleri üniversitelerde: Yandaş rektörler!
Üniversitelerdeki durum da diktatörlük inşası sürecinden bağımsız değil. Tayyip Erdoğan’ın bir sureti olan rektörler eliyle üniversitelerdeki baskı ortamı tırmandırılıyor. Kampüslerde yapılan politik faaliyet, soruşturma ve ceza tehdidi, özel güvenlik ve polis tehdidi, yer yer de devlet destekli sivil faşistlerin tehdidiyle engellenmeye çalışılmakta.
Bunun yanında kültürel ve sanatsal faaliyetler üzerinde de baskı, engellemeler ve iptaller söz konusu. Yeni kulüp/topluluk açmanın fiili olarak yasak olduğu pek çok üniversite vardır. Örneğin ODTÜ’de Evrim Konferansı’na yönelik engelleme girişimleri ya da Cumhuriyet Üniversitesi’ndeki evrimsel antropoloji kongresinin “dini değerlere hakaretten” soruşturma açılma tehdidiyle karşılaşması gibi üniversitenin bilimsel özgürlüğünün yerine dinci gericiliği koyan uygulamalar ortadadır.
KHK’ler ile yüzlerce muhalif akademisyenin atılmasıyla üniversitelerdeki akademik nitelik dibi boyladı. İşe alımlarda burçlara dikkat edilmesi gerektiğini savunan, yalnızca içindekiler kısmından oluşan doktora tezleri üniversitelerce kabul görmeye başladı. Son olarak yardımcı doçentlik unvanının kaldırılmasının ardından rektörlere akademisyen belirleme yetkisi çıktı. Yandaş rektörler, kendi gibi yandaşları akademisyen kadrosuna sokabilecek.
Diktatörlük karşıtı bir gençlik hareketi yola çıkarken
Herkesin kendince huzursuzluğunun olduğu, kimisinin bunu yüksek sesle ifade ettiği ancak devrimci bir odağın temasından mahrum bir ortamda siyaset yapıyoruz. Bu ortamda kendiliğinden var olan direnişlere ve direniş potansiyeli taşıyan kitlelere adres olabilecek bir politik hat ve bu hattın üzerine kurulu eylem çizgisini yaratmalı ve görünür kılmalıyız. Diktatörlüğün gericiliğine karşı laiklik, baskıcılığına karşı özgürlük, kadın düşmanı ve homofobik tavrına karşı eşitlik, talancı politikalarına karşı yurtseverlik, işbirlikçiliği karşısında anti-emperyalizm ilkeleri çerçevesinde bir hareket örgütlüyoruz.
Peki ne yapacağız? Bu sorunun tek bir cevabı yok. Her üniversitede farklı cevaplar verilebilir. Ama “Neden yapacağız?” sorusunun cevabı “Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün karşısına üniversite gençliğini politik özne olarak çıkarmak” olmalıdır. Yapacağımız faaliyet yasaklanmış bir filmin gösterimi de olabilir, duvara spreyle yazdığımız bir yazı da. Elimizi sallasak “Diktatörlüğe hayır” diyene çarpacak fakültelerimizde meşru, militan eylem çizgimizi örgütlemek için uygun politik atmosfer vardır.
Unutmayalım! Bu diktatörlük yıkılamayacak kadar güçlü değil ancak kendi kendine yıkılacak kadar da güçsüz değil. Ayaklarımızı bastığımız yerden, üniversitelerimizden destek alacağız ve kendimize güveneceğiz. Diktatörlüğe karşı bir şekilde direnenlere kapılarımızı sonuna dek açacağız; üniversitelilerin direnişe, mücadeleye, Kolektif’e katılım kanallarını zenginleştireceğiz.
Üniversite içerisinde bilimi bir direniş hareketi olarak örgütlemek zorundayız. Bu memlekette toplum yararına bilimsel faaliyet yürütmeye gönüllü binlerce üniversiteli var. Diktatörün gerici ve baskıcı karakterinin karşısında herkesin katılabileceği özgür, bilimsel çalışmaların yapılabileceği ve bilimin otoritesi dışında otorite tanımaz kanallar üretmek dönemsel politikamızdır. Çıkaracağımız bilim dergisinden, yapacağımız felsefe atölyelerine kadar her türlü aktiviteyi diktatörlük karşıtı mücadeleye seferber edeceğiz.
Vakit tamam!
Vakit tamam! 16 Nisan’da pusulalara yazılarak söylenilen arzuları yüksek sesle meydanlarda söylemenin vakti geldi de geçiyor bile. O meydanlar kapalı olabilir. Girişlerini korku imparatorluğunun polis orduları bekliyor olabilir. Ama “Geçinemiyorum” çığlıklarının arkasında yükselen ateş bizi değil, onları yakacaktır. Her ne kadar tutuklamaya çalışsalar da “Barış”ın sesi bir yerlerden yine çıkıyor. Her ne kadar cezasız bıraksalar da tecavüzcüleri, kadınların öfkesi sokaklara taşmaya devam ediyor. Her ne kadar sansürleseler de gerçekleri, gençlik bir şekilde ulaşabilmekte gerçeğe. Şiddetle, baskıyla ikna edemediler hiçbirimizi. Şimdi bizim sıramız. Onca baskıya ve teröre rağmen Saray’a ikna olmayan bu memleketin yarısından fazlasının sırası, gençliğin sırası. Çürümüşlüğün, yozluğun dışında kalan; bu memlekette iyiye, doğruya olan her şeyin bizim değerlerimiz olduğunun farkında olarak memleketi ve üniversitelerimizi sahiplenmemizin ve Tek Adam’ın sultasından kurtarmanın vaktidir. Vakit “Üniversiteler bizim, memleket bizim!” sloganını kampüslerden meydanlara taşırmanın vaktidir. Harekete geçelim!