Sokakta nefes alıyoruz, sandıkta boğulmayacağız

Öğrenci Kolektifleri, Kolektif'in Sesi,

28 Temmuz 2014 |

Bahar yaza çevrilir, her şey yeniden değişirken memleketin değişmeyen konusu “seçimler” yine kapımızda. Uzunca bir süredir tartışılan üç seçimli siyasi atmosferin tam ortasında, cumhurbaşkanlığı seçiminin arifesindeyiz. Cumhurbaşkanlığı seçimi, egemenler için tüm iktidar ilişkilerinin yeniden ve sorunsuz inşası seferberliğinin sürdüğü bir siyasi atmosferin en somut hali olarak karşımızda dikilmekte. İçi kaynayan, dışı kanayan coğrafyanın ortasında Ortadoğu, İsrail’in Filistin’e yeniden saldırmasıyla ve hâlihazırda var olan sorunları ile birlikte yeniden gündemde.

Tüm bunlar yaşanırken, bir yaz döneminin ortasında dönüp bir yıla bakmak, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan tartışmalara kendi durduğumuz ve temsil ettiğimiz yerden söz söyleme zorunluluğunun yanı sıra, olası senaryolara karşı muhalefetin üniversite ayağının yığınağını yapmak sorumluluğu, bir başlangıç tartışması olarak önümüzde duruyor.

Gençlik sandığın neresinde duracak?

Hafızamızda kısa bir yolculuk yapalım: Haziran İsyanı’nın ardından hızlıca karşımıza çıkan yerel seçimler, toplumun çok büyük bir kısmında “AKP’nin gidişi” umudunu artırmış, seçime katılım oranı %90 bandına çıkmış, seçimleri toplumsal muhalefetin de zorunlu gündemi haline getirmiş ve Tayyip’e kendi sahasında gol atabilmenin olanakları zorlanmıştı. Sonuç olarak AKP’nin zayıfladığı, ancak kısmi bir yenilgi yaşamadığı, CHP’nin sağcılaşma stratejisinin büyük oranda başarısız olduğu ve toplumsal muhalefet içinde “Almanlar yenildiği için yenik sayıldığı” bir hava yaratmıştı. Seçim endeksli günler sokak muhalefetinin gerçekliğini yutmaya hazırlanırken, Soma’daki katliama karşı yeniden ısınan sokaklar, AKP’nin o “yenilmez görüntüsüne” yeniden “dur” denilebileceğini ispatlamış oldu. Bu kısa hatırlatma, güncel olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde neyin “belirleyen” olduğunu anlamaya yardımcı olmaktadır.

Şimdi yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçiminde ise toplumsal muhalefet açısından yeniden bir zoraki seçim gündemi oluşturuluyor. Seçimler, sol için Ekmeleddin İhsanoğlu ve Erdoğan’ın tartışmaya bile gerek olmadan reddedileceği, Demirtaş’ın ise tartışma götürdüğü bir durum olarak gündeme geliyor. Adaylarla ilgili ayrıntılı değerlendirmeler yapmak başka bir yazının konusu olabilir. Ancak toplumsal muhalefetin ve bunun önemli bir parçası olan Öğrenci Kolektifleri’nin seçimle kurduğu ilişki ertelenemez bir tartışma olarak karşımızda durmaktadır.

Bilmeyenler için özetin özeti: Özellikle iki seçimdir solda süregelen sandık hevesi, daha önce örneğine az rastlanan biçimde hegemonik bir tartışma olarak varlığını sürdürüyor ve doğal olarak var olan tüm muhalefet unsurları, mecburi bir taraflığa itilmeye çalışılıyor. Hangi adayın desteklenmesi gerektiğine indirgenen tartışma (böyle bir zorunluluk toplumsal muhalefette ne zamandır meşru, bilinmez), haliyle sol söylemin ve siyasetin üretilmesi noktasında ciddi sıkıntılar yaratıyor.

Elbette seçimler, dönem dönem bir taktiksel araç olarak siyasi iktidarı zayıflatma, siyasi iktidar karşısında mevzi yaratma amacıyla, yalnızca bir “araç” olarak kullanılabilir. Hele ki sokak hareketinin yarattığı havuza su taşıyacaksa, elbette desteklenebilir. Fakat iki seçimdir süregelen sandık aşkı, bu durumun ilkelerini aşan bir konuma doğru ilerlemektedir. “Solcuysan Demirtaş’a”, “Tayyip gitsin istiyorsan Ekmeleddin’e oy ver” gibi tartışmalar, toplumsal muhalefetin gerçek ve zorunlu ihtiyaçlarına cevap vermek yerine bunları ikincilleştiren bir sonuç doğuruyor. Bu haliyle kurulmaya zorlanan siyaset, toplumsal muhalefete tehlikeli bir muhalefet etme geleneği bırakmaya zorluyor. Düzen dışı yetenekler, düzen içi muhalefette emilme tehlikesi taşıyor. Bunların başında da elbette gençlik geliyor. Bu yüzden gençlik hareketinin yükünü sırtında taşıyan Öğrenci Kolektifleri için, bu tartışmalar “tali” bir noktada duruyor.

Perdenin arkasında dönenin farkındayız, seyirci kalamayız

Cumhurbaşkanlığı seçiminin önemsiz olduğunu söylemek ise başka bir hatalı tartışma. Çok net görüleceği üzere, mevcut rejim krizinin nasıl sürdürüleceği tartışmasının göbeğinde bu seçim yatıyor. Egemen kanatta AKP’sinden CHP’sine kadar herkes “seçimini” yapıyor. Bu seçimler kendi krizlerini de içinde barındırıyor. Rejimin giderek “tek Tayyip sultasına” evrilme hali ve hukuk, demokrasi, adalet gibi kavramların içinin boşaltılması ve Tayyip’in eline teslim edilmesi, AKP faşizminden rahatsız olmuş, sokağa çıkmış veya çıkmamış herkesin öfkesini yeniden biriktiriyor. Bir diğer yanı tutan ve AKP karşıtı muhalefetin bir kısmının oylarını temsil eden CHP’nin İslamcı bir adayla seçime girmesi ve AKP karşısında hiçbir zafer kazanamamanın verdiği kronik yenilgi hali, CHP tabanında hoşnutsuzluğu ve kopma eğilimini de yaratıyor.

Bu durumun krizli yapısına karşı, toplumsal muhalefetin sokakta örgütlü biçimde saflaştırabileceği tarihsel bir blok yaratma şansı da nesnel olarak artıyor. Ne yazık ki bu durum Haziran’dan beri tartışıldığı halde, güçlü bir sol program yaratma iddiasının önüne seçim tavırları geçtiğinden vücut bulamamıştır. Mevcut durumda krizi avantaja çevirmek için ihtiyaç olarak açıkça görülen seçimde alınacak tavrın ne olacağını belirlemekten daha çok, gerçek, etkili ve güçlü bir sol siyasi programı hayata geçirmek gerekmektedir. Siyaset üretmekte, söylem geliştirmekte, seçim endeksli davranma refleksi etkili bir muhalefetin kurulmasının önündeki engellerden biridir. Halka güvenen, politikasına güvenen, fiili-meşru-militan örgütlü bir sokak hareketi ve örgütünü yaratmak, gençlik hareketinin ertelenemez tartışmasıdır.

Ortadoğu’da çanlar kimin için çalıyor?

Bir diğer yanda ise Türkiye coğrafyasını doğrudan ilgilendiren ve gitgide krizli hale gelen Ortadoğu duruyor. Ortadoğu’da olup biten her şeyin Türkiye’de iç siyasete etki ettiği tartışılmaz bir gerçek. IŞİD’in Ortadoğu’da oynadığı rol, Sünni İslamcılığın bölgede yeni bir tehlike olarak doğmasına neden oluyor. Aslında “yeni” demek yetersiz kalabilir. Uzunca bir süredir bölgede yeni denklemin kurulmasında radikal İslamcıların aktif rolü, Suriye’de başarısız olunca Irak’ta başarıya ulaştı. Irak’ın bölünmesi emperyalist bir proje haline dönüşürken, bölgedeki tüm aktörler kozlarını açmaya başladı. İsrail fırsattan istifade hem kendini hatırlatmak hem de Filistin halkını sıkıştırmak için saldırıya geçti. Türkiye ise IŞİD’in hamleleri karşısında ne yapacağını şaşıran, kontrol etmekle ters düşmemek arasındaki çizgide gidip gelen ve süreci kendi eliyle belirleyemeyen bir denklemin parçası haline gelmiş durumda.

İç siyasette Sünni İslamcılığın yukarıdan aşağıya kabartılması bir ihtimal olmanın ötesine geçmiş durumda. Ülkeyi yönetme hevesindeki iki adayın da Sünni İslamcı olması, Ortadoğu’ya yönelik bir irade beyanı olarak algılanmaktadır. Sünni olmayanların, ezilenler safında yediği basıncın artacağı; dolayısıyla Sünni İslamcı olacağı kesinleşen rejimin karşısında güçlü bir muhalefet unsuru olabileceği gerçeği, aklımızda bulunması gereken bir not olarak karşımızda durmaktadır.

Atmosferin Dışında; Kampüslerin, Sokakların Tam Ortasında

Haziran İsyanı’nın yarattıkları toplumun damarlarında hâlâ mevcut. Toplumsal muhalefet, hâlihazırda verimli topraklarda siyaset yapma şansına sahip. Mesele, toprağı sürmek ve işlemek yerine toprağa düşecek yağmur için dua etme girişimlerinden uzaklaşmakta.

Yani, halkın gerçek ihtiyaçlarını karşılayacak, egemenler arası kamplaşmanın tarafı olmaya zorlanmayacak gerçek bir muhalefet hareketi; kriz içinde debelenen ve seçimden ne sonuç çıkarsa çıksın yönetmekte zorlanacak olan egemenler karşısında kitlesel ve yıkıcı olarak kurulmanın en olanaklı dönemlerinden birinde. Nesnel olanakların fazlalığı, öznel yetersizliklerin giderilmesini en acil sorun olarak ele almayı gerektirmektedir.

Seçimler dışında, daha gerçek ve toplumsal muhalefetin müdahale kanalının daha fazla olduğu bir hareket biçimini örgütlemek; sokağı, üniversiteyi, üniversitenin öznelerini bir araya getirmek Öğrenci Kolektifleri’nin ana tartışması halindedir. Seçimlerde elbette iki İslamcı’nın karşısında durmaktan imtina etmeyen, üniversitenin ve sokak muhalefetinin tartışılabilir olduğu her alanı sonuna kadar zorlayan ama seçimin kendisine bu aşamada bundan fazla bir anlam yüklemeyen bir çizgiyi güçlendirmek, Öğrenci Kolektifleri’nin bir diğer görevidir.

Siyasi iktidarın gayrimeşruluğunu oy oranlarıyla açıklamaya ihtiyacımızın olmadığı bir dönemde, üniversite muhalefetini ve doğal olarak sokağı büyütecek gerçek bir siyasi programı yaratmak temel meselemiz olarak önümüzde duruyor. Gençlik, sandığa değil; Haziran’ın verimli topraklarını sürmeye hazırlanıyor. Kampüslerin her noktasında, sınıf sınıf en derinde yerelleşen ve yerleşen; bulunduğu alanı AKP karşısında bir safta inşa eden, AKP’nin emir erlerine, temsilcilerine, sistemin tüm uygulayıcı unsurlarına karşı hesap soran, dışsallaştıran, teşhir eden mücadele çizgisi örgütleyen bir gençlik hareketinin ivmesini daha derinden ve daha yaygın olarak artırmak, Öğrenci Kolektifleri’nin bu dönemde önüne koyduğu en temel görev.

Üniversite öğrencilerinin muhalefet etme biçimlerini de “kolektifleştiren,” Kolektif’i daha da “üniversitelileştiren” ve üniversitenin öz örgütü misyonunu büyük bir adımla ilerleten Öğrenci Kolektifleri için yeni dönem; Haziran’ın topraklarına atılan isyan tohumlarının meyvelerini toplamak, adım atılmamış ve birçok noktası henüz keşfedilmemiş bu verimli topraklarda yeni filizler elde etmek anlamına geliyor.