Kuşatmaya karşı topyekün isyan

Ortadoğu başta olmak üzere dünya, ABD emperyalizminin çıkarlarına göre yeniden şekilleniyor. Erdoğan’ın görevi de bu politikalara uygun bir şekilde ülke içerisini kontrol altına almak. Yani emperyalistlerin çıkarları neyi gerektiriyorsa Türkiye’nin bunları sağlaması için iç cephede “asayişin” sağlanması gerekiyor. Bu “asayiş” de geniş halk kesimlerine baskı politikalarını dayatıyor.

Erdoğan ve Trump

ABD/NATO isteklerinin Türkiye ve Ortadoğu’da belirleyici güç olması hem ülke içerisindeki politikaları şekillendirmekte hem de Ortadoğu’ya ilişkin Erdoğan’a görevler çıkartmaktadır. Bugün içeride toplumun her kesiminden doğan tepkileri baskı ve zorla bastırmaya çalışması tam da bu görevlerin kusursuz bir şekilde yerine getirilmek istenmesi nedeniyle yaşanmaktadır.

ABD’nin küresel hegemonyasının zedelenmesi Çin, Rusya, Hindistan gibi BRICS ülkeleri harekete geçirip alternatif bir hegemonya yaratmaya sürüklemişti. Ancak bu sırada ABD, hegemonik güç olma isteğini tüm dünyaya duyuracak politikalarla sahneye çıktı. Başta Suriye’de Esad Rejiminin ABD destekli ve Türkiye’nin eğit-donat projelerini uyguladığı HTŞ öncülüğündeki cihatçı çeteler tarafından yıkılması Ortadoğu’da ABD emperyalizminin belirleyen olduğunu hatırlattı.

Son günlerde Trump’ın açıklamaları da bunu doğruluyor. Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Beyaz Saray’daki ziyareti sonrası ortak yapılan açıklamada Filistinlilerin Mısır, Ürdün gibi komşu ülkelere yerleşmeleri gerektiğini işaret ederek “Bu barışı sağlayacağız ve orayı kalkındıracağız. Binlerce istihdam yaratacak ve tüm Ortadoğu’nun gurur duyacağı bir şey olacak.” dedi. Ardından ABD Başkanlık uçağında verdiği bir demeçte “Gazze’yi satın almakta kararlıyım. Bunu bir gayrimenkul sitesi olarak düşünün, sahibi ABD olacak.” dedi. ABD’nin Gazze’yi küresel pazara dahil etme isteği açık. Ayrıca bu isteğiyle Filistin halkını da kendi topraklarından sürgün edip, bölgedeki isyan tehditlerini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Böylece tüm Ortadoğu’da kendi hakimiyetinde olan kar zincirleri oluşacak.

Ortadoğu’nun doğal kaynaklar bakımından zengin oluşu hem ABD’nin kar olanaklarını artıracağı için hem de petrol gibi dışarıdan aktarılmasına ihtiyacı olmayan kaynaklara rakip ülkelerin erişimini engellemek için ABD’nin odak noktasında duruyor. Burada Türkiye’ye özel bir iş düşüyor. ABD, NATO ülkesi olan Türkiye’yi, Suriye’deki müttefiği yaptı. Diğer yandan Erdoğan’ın bölgesel gücü eline alma isteği de hem Suriye’nin yeniden kuruluşunda desteğini esirgemiyor hem de Ortadoğu’da egemen güç olan ABD’nin çıkarları doğrultusunda hareket etme zorunluluğunu doğuruyor. Yani Türkiye’nin şu anın Suriyesi’ndeki rolü hem kendi isteklerini gerçekleştirmeye hem de ABD’nin bölgedeki garantörü olmaya yönelik. Burada NATO’ya özel bir parantez açmak gerekir. Saray’ın ABD/NATO’nun isteklerini koşulsuz şartsız sağlamasında 2026 NATO Zirvesi’nin Türkiye’de olması da yatıyor.

Bir basın toplantısında Trump’ın Erdoğan’a övgüler yağdırarak atıfta bulunması boşa değil. Ortadoğu başta olmak üzere dünya, ABD emperyalizminin çıkarlarına göre yeniden şekilleniyor. Erdoğan’ın görevi de bu politikalara uygun bir şekilde ülke içerisini kontrol altına almak. Yani emperyalistlerin çıkarları neyi gerektiriyorsa Türkiye’nin bunları sağlaması için iç cephede “asayişin” sağlanması gerekiyor. Bu “asayiş” de geniş halk kesimlerine baskı politikalarını dayatıyor.

Baskılanan kadınlar, ücretler, üniversiteliler…

Böylece iç cephede kadınlardan gençlere, gençlerden işçilere toplumun tüm kesimlerine yönelik politikalar güncellenmiş biçimleriyle önümüzde duruyor. 2025, Erdoğan tarafından “aile yılı” ilan edildi. Aile yılının başlangıcında, Ocak ayında, 33 kadın katledildi. Bunun akabinde aile enstitüleri kurularak boşanmanın yoğun olduğu bölgelerde aktif faaliyet yürütüleceği ve ailenin topyekün destekleneceği açıklandı. 2025 yılında da kadınlar ve LGBTİ+’ların, iktidarın makbul kadın ve kutsal aile dayatmasına maruz kalmasının ötesinde kutsal aile yapısını koruyan bu yeni kurumlar için üniversitelerden veriler aktarılacak ve akademisyenlerin bilgileri kullanılacak. Yani kadınların özgürleşmesi baskılanırken akademisyenler aracılığı ile de üniversitede üretilen bilgi aile kurumunu güçlendirecek şekilde kullanılacak.

Diğer yandan yıl sonunda belirlenen asgari ücret işçilerin geçim derdini yoğunlaştırdı. Asgari ücrete %30 zam yapıldıktan hemen sonra yani ocak ayında enflasyon %42,12 olarak belirlendi. IMF’nin istekleri doğrultusunda “zam oranının hedef enflasyonu geçmemesi” amaçlanmıştı. IMF’nin isteği yerine getirildi, ücretler baskılandı.

Bir zam da üniversiteye

Güz döneminde “Tasarruf Tedbirleri” nedeniyle kantin, yemekhane, kütüphane gibi alanlarımızın kısıtlandığı veya kapatıldığını çokça kez duyurmuştuk. Sömestr tatilinde Yıldız Teknik Üniversitesi yemekhanesine 16 TL’lik zam gelerek 23 TL’den 39 TL’ye çıktı. Ardından yemekhane zammı İTÜ’ye sıçradı. İTÜ’de de 24 TL olan yemekhane %46 zamla birlikte 35 TL oldu. Zaten niteliksiz olan yemekhane ücretleri neredeyse kampüs dışarısındaki yemek ücretlerine yaklaştıkça yaklaşıyor. Gelen tepkiler sonrasında YTÜ yemekhane ücretinin son hali 35 TL olarak duyurulsa da nitelikli ve ucuz yemek hakkımızın gasp edilmesi bizleri giderek kampüs ortamından da uzaklaştırarak daha pahalı yerlere mecbur bırakıyor.

Yemekhane ve kantinlerin fiyatları artırıp niteliğini azaltarak özel işletmelere yönlendirilirken piyasanın ihtiyacı da üniversitelilerden karşılanmaya devam ediliyor. İŞKUR Gençlik Programı adlı “müjde” devreye sokuldu. “12. Kalkınma Planı’nda yer alan; uzaktan, belirli süreli, kısa dönemli çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması, bu yolla özellikle gençlerin ve kadınların istihdamının artırılması politikaları, İŞKUR Gençlik Programı’yla da destekleneceği yönünde açıklamalar yapıldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Işıkhan, program hakkında yaptığı konuşmada, işsizliği azaltmak ve “işgücü piyasası etkinliğini artırmak” amaçlarını taşıdığını duyurdu.”* Bu programla da esnek çalışma ve deneyim kazanma bahane edilerek piyasanın ihtiyaç duyduğu emek gücü ucuza karşılanacak bir başka alternatif oluyor.

Erdoğan iktidarının toplum içerisinde baskılayabileceği her unsuru baskılaması öfkenin isyana dönüşebileceği olanakları bastırmak için bir adım. Marmara Üniversitesi kayyumluğu da iktidarın bu görevini üniversite içerisinde uygulamak için gözlerini dört açmış bulunmakta. Marmara’nın İsrail’deki Hayfa Üniversitesi ile Erasmus ilişkisini, rektörlük desteğiyle yapılan iki panelde de teşhir eden ve ilişki kesilene kadar yakanızdayız diyen bir(1) üniversiteliye 6 soruşturma açıldı ve 1 ay uzaklaştırma cezası verildi. Uzaklaştırma cezasına uydurulan suç “Yükseköğretim kurumu personelinin, kurum içinde ya da dışında, şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü veya yazılı eylemlerde bulunmak.” olarak belirtildi. İsrail ile akademik işbirliği yapan Marmara yönetiminin ikiyüzlülüğünün ve kayyum rektör Mustafa Kurt’un akademiyi nasıl zedelediğinin açığa çıkarılması da cezalarla bastırılmak isteniyor.

Muhalefeti etkisizleştirme adımları

Saldırıların hiç durmadığı Kürt Hareketi uzunca zamandır kayyumlarla mücadele ediyor. Bahçeli’nin Öcalan çağrısı sonrası ne kadar “müzakere” görüşmeleri başlatılsa da arka planda iktidar saldırılarına Mardin, Batman, Siirt, Van gibi birçok belediyeye kayyum atayarak devam ediyor. Kayyum atamalarıyla DEM Parti’ye yönelik saldırılar sürerken diğer yandan “en makul” muhalefete dahi saldırıyor. CHP’li belediye başkanlarının gözaltına alınması, gençlik kolları başkanı hakkında hapis istemi ve ardından Ümit Özdağ’ın tutuklanışı muhalefeti etkisizleştirme ve AKP’nin kendi muhalefetini yaratma çabasının açık örneği.

“En makuller” arasında olan bir diğer örnek Ayşe Barım. TV sektörünün tekelinde olduğu iddialarıyla sosyal medya gündemini sarsan Ayşe Barım, Gezi’deki videolarıyla da yaygınlaşınca iktidarın gözüne ilişti. Hemen sonrasında televizyon programlarında yer alan oyuncuların da bu soruşturmaya dahil olması “en makul” medyaya dahi gözdağı veriyor. Elbette iktidar, makul ya da değil muhalefet kabul etmiyor. Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Kadın Meclisleri ve Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’na yönelik operasyonda 34 kişinin tutuklanması yani yılın siyasi kırımla başlaması şimdiden AKP faşizminin adımlarını gösteriyor. Aynı zamanda gazetecilerin basın açıklaması sonrası tutuklanması, Halk TV muhabirlerinin gözaltına alınması, BirGün Gazetesi’ne yönelik gözaltı geniş halk kesimlerindeki tepkilerin duyurulmasını engellemek için iktidarın kuşatmalı saldırılarından birkaçı.

Yürüyelim

Erdoğan iktidarı ve Saray’ın hukuku muhalefetten medyaya, medyadan sokağa, sokaktan kampüse kadar mevcut yaşam koşullarına duyulan rahatsızlık sonucu oluşan tepkinin isyana dönüşmesini bastırmak için kuşatmayı büyütüyor. Bize de üzeri örtülmeye çalışılan rahatsızlıkları kaşıyarak, asıl sorumluyu hedef gösterecek ve kapısına dayanma cesaretini bulaştıracak yani bugünden potansiyel isyanların bastırılmasını engelleyecek meşruluğa sahip olmanın güveni ile kitleselleşmek ve militanca hareket etmek düşüyor. “Dışarının” gündemini kampüse taşımak, kampüsten de sokağa bir yol açmak için yürüyelim!

 

*https://universiteli.org/erdogandan-universitelilere-mujde-iskur-genclik-programi/