Feminist Üniversite üzerine
İktidarın ihmal ve denetimsizlik politikaları sonucu geçtiğimiz yıl Zeren Ertaş’ın katledilmesiyle kampüslerden yurtlara, sokaklardan meydanlara ülkenin her yerindeki birçok eylemle başlayan; bu yıl İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in öldürülmesinin ardından gittikçe görünür hale gelen bir feminist öfkeyle okul senesine başlıyoruz iki yıldır. Üniversiteli kadınların öncülüğünü üstlendiği bu eylemler, kesintili bir biçimde de olsa bizlere şunu göstermektedir: iktidarın denetimsizlik, ihmal, cezasızlık politikalarının çıktılarının bu kadar görünür olduğu bu dönemde, üniversiteli kadın ve LGBTİ+lar gasp edilen yaşam hakları için harekete geçmeye hazırlar. Peki bugün, bu hareketliliğe ev sahipliği yapan üniversiteler bizler için ne ifade ediyor?
Özerklik
Aile evi gibi özel bir mekandan çıkıp kamusal bir mekana giriyor olmamızla aslında hem kadın ve LGBTİ+lar olarak birbirimizi bulup sosyalleşeceğimiz, hem bir denetim ve erkek egemen bilincin yeniden inşa kurumu olan aileden uzak olacağımız alanlar olması gerekir üniversitelerin. Tam da yukarıda saydığımız özelliklerinden dolayı, yani bizleri kendimizi, bilincimizi var edecek yer ve insanlarla buluşturduğu için üniversiteleri kısmi özerklik inşa yıllarının mekanı olarak tartışıyoruz. Bizlere, önce karşı karşıya olduğumuz sistemsel sorunları ve kaynağını tanımada, ardından bir mücadele hattı çizmede yol gösterici olan bu bilinç ve birliktelik; elbette ki iktidarın da saldıracağı yerlerden biri oluyor.
Sonuçta üniversitede bize layık gördükleri, kampüsteki zincir kafeden aldığımız pahalı kahvemizle bakımını yapmadıkları amfilerde oturup sarayın ağzıyla ders anlatan yandaş akademisyenleri dinlemek, ardından koşar adım kampüsten çıkmak oluyor.
Üniversitede bilgi üretiminin dönüşümü
Sarayın akademiye istediğini söyletebildiği bu dönemde, akademideki dönüşümü bazı noktalarda birleşen ve birbirini güçlendiren iki ayrı akarsu yolu gibi düşünmek, saldırının ne kadar etraflı olduğunu görmek konusunda bize yardımcı olacaktır: akademinin sermaye için dönüşümü ve patriyarka için dönüşümü.
Sermaye; bir yandan içeriğini kendinin düzenlediği eğitim programlarıyla, teknokentlerinde boy boy reklamlarını yaptığı savaş teknolojileriyle, yandaş akademisyenlerinin savunma sanayiindeki son gelişmeleri uzun uzun anlattığı pahalı konferans ve seminerleriyle bizlere ürettirmek istediği bilgi için sağlam bir temel atıyor. Ardından yüksek lisans programlarındaki yönlendirme ve kısıtlamalarla veya çeşitli burslar karşılığında proje geliştirme süreçlerine bizleri de katarak öğrencileri de sermaye için bilgi üretim sürecinin bir parçası haline getiriyor; böylece kendisine koca bir kaynak ve bu kaynakların devamını sağlayacak mühendisler, teknisyenler yaratmış oluyor. Bu süreçlere dahil edemediği her akademik alanı da niteliksizleştirip içini boşaltarak sonradan sermayeye kâr yaratacak olan geleceğin ucuz işgücünü yaratıyor. Böylece hiç fire vermeden her bir üniversiteliyi kendi çıkarları dahilinde kullanabiliyor.
Patriyarka ise sermayeninkine benzer mekanizmalarla ürettiği ve bizlere ürettirdiği bilgilerle kadın ve LGBTİ+ları toplumda istediği şekilde yeniden konumlandırıyor. Örneğin cinsel ilişkiyle yırtılan bir himen zarı anlatısıyla ya da kadınların bedenlerinin daha kırılgan olmasına dair bir bilimsel çalışmayla makul kadının varlığını ve rollerini sözde bilimsel bir temele oturturken transların varlığını hormonal ya da psikiyatrik bir bozukluk olarak da açıklayabiliyor. Bu da yetmezmiş gibi aynı akademisyenler toplumsal cinsiyet rollerini amfilerde, derslerinde, bir çay molasında etraflarına topladıkları öğrencilerinin ortasında yeniden üretiyor. Bu saldırılar feminist bilinç inşası sürecini engelleniyor; çünkü bu inşayı yalnızca kampüste kendi aramızda var etmiyoruz, inşanın aynı zamanda akademideki bilimsel ve feminist bilgiyle temasımızla da gerçekleşmesi gerekiyor.
Ardından bu bilgiler okul kulüpleri tarafından alınan çevrimiçi toplantılarda, akşam haberlerinde, sabah programlarında; hatta belki de 2024’ün sonunda kurulan Aile Enstitüleri’nin yönergesinde belirttiği üzere Enstitü toplantılarına davet edilen akademisyenlerin sunumlarında kendine yer buluyor ve toplumda yaygınlaştırılıyor.
Çünkü bugün ürettiğimiz ve bize öğretilen bilgi akademide kalmıyor, bu bilgiyi dışarıya, topluma yaygınlaştırıyoruz. Bu yüzden üniversitenin toplum için bilgi üretmesi gerektiğini söylüyoruz; dolayısıyla bugün bilimin feministleştirilmesi, uygarlığın feministleştirilmesi anlamına geliyor.
Ancak bugün bilinç inşasının önüne ket vurulması yalnızca akademi üstünden tartışılamaz. Özerkliği tanımlarken de konuştuğumuz, birbirimizi bulduğumuz ve belki bir çardak sohbetinde bile birbirimize yeni ufuklar kattığımız üniversitelerin kamusal niteliğinin dönüşümü de bu inşaya yönelik direkt bir saldırı aslında.
Üniversitenin kamusal niteliğinin dönüşümü
Üniversitenin kadın ve LGBTİ+lar için sadece bir nitelikli eğitim alanı değil, aynı zamanda bir özerklik ve dayanışma alanı, temel haklarımızdan faydalanabileceğimiz bir kamusal alan olduğunu söylemiştik. Buradan hareketle aslında fiziksel olarak bu alandan uzaklaşmamıza sebep olan her dönüşüm bir saldırı olarak ele alınabilir.
Üniversite kampüslerindeki hastanelerin çeşitli birimlerinin kapatılması veya önceden ücretsiz yapılan kimi tetkiklerin yapılmaması, ucuz ve nitelikli beslenebileceğimiz yemekhane ya da kantinler yerine zincir kafelerin kampüsleri kuşatması, tasarruf tedbirleri kapsamında kütüphanelerin ve kafelerin faal saatlerinin düşürülmesi gibi sermaye yararına düzenlemeler üniversitelilerin kamusal haklarına erişmelerini engelliyor ve bizleri dolaylı olarak kampüslerden uzaklaştırıyor.
Bunların yanında kadın ve LGBTİ+lar iktidarın cezasızlık politikalarıyla gittikçe güçlenen tacizci erkekler, kampüslerde örgütlenmeleri için alan açılan faşist çeteler, tacizci ÖGB’ler ile karşı karşıya kalıyor. Sarayın politikalarının üniversitelerdeki uygulayıcısı kayyum rektörlerin işleviyse kutsal aile buluşmalarında en önde bulunmaları, okullardaki feminist ve LGBTİ+ kulüplerini kapatmaları, kampüslerde gerici uygulamaları gibi örneklere bakıldığında apaçık görülüyor.
Üniversiteler bugün, patriyarkanın devamlılığını sağlayan, onu yeniden üreten, koruyan, ödüllendiren kurumlar olarak işlev görüyor ve bizler; bize ait olması gereken, bizlerin kendimizi ve birbirimizi bulduğumuz, bir araya geldiğimiz alanlar olması gereken kampüslerimizden uzaklaştırılıyoruz, yalnızlaşıyoruz. Böylece patriyarka, bilinç inşamıza kamusal alanımızı dönüştürerek son darbesini de vurmuş oluyor.
Feminist Özsavunma
Bu yazıyı yazarken de genel olarak feminist üniversite üzerine düşünürken de mücadeleye dair geliştirdiğimiz her düşüncenin bir çatı altında toplanıyor: feminist özsavunma.
Şimdiye kadar belki elimizde bir araç gibi düşündüğümüz özsavunmamızın aslında mücadelemizin ana hattı olmasının anlaşılması, bu pratiğin oturduğu temeli anlamakla sağlanabilir. Tacizci akademisyenden polise mor boya; tarihimizde patriyarkayı ve patriyarka ile işbirliği içerisinde olan erkek devleti arkasına alan mekanizmaları, buradan doğru da aslında direkt olarak patriyarkayı ifşa etmemize yarayan bir özsavunma pratiğimizdir mesela. Ama burada, o boyayı kullanırken yaptığımız özsavunma aslında kolumuzun savruluşunda ya da barikatın moraran yüzeyinde değil, muhatabımıza “seni tanıyorum, ne yaptığını ve nereden güç aldığını görüyorum” deyişimizdedir. Özsavunmanın özü; patriyarkayı tanımaktır. Maruz kaldığımız saldırıların sistemsel olduğunu anlamak, görünmesi zor biçimlerinin karşısında bile ilk önce kaynağını işaret edebilmemizi sağlayacak bilinci oluşturmak mücadeleye dair atılacak ilk adım olmalıdır.
Fransız sinemacı Agnes Varda ilk feminist hareketin “Evet, bana bakıyorlar. Ama ben de onlara bakıyorum.” demek olduğunu söyler. “Bakmaya karar vermek, dünyanın insanların bana nasıl baktığıyla değil, benim onlara nasıl baktığımla alakalı olduğuna karar vermek.” Bu yüzdendir ki bugün cinsiyetçi bir şakanın karşısında sınır çizmekten feminist alan çalışmalarımıza, feminist özsavunma pratiğini uyguladığımız her sefer önce sorunun kaynağına gözümüzü diktiğimiz o ilk “tanıma anı” ile başlar. Bunu sağlayacak olan feminist bilinçtir. Bu açıdan feminist bilinç, feminist özsavunmadır.
Bu bilinç bizi bir sonraki aşamaya taşır; patriyarkayı yalnızca tanımak bizi belki kimi saldırılarından korur ama aynı bilinç bize bunun yeterli olmadığını da gösterecek güçtedir. Saldırıların çıktıları artık bizler için kafanı çevirmenin imkansız olduğu bir ateş gibidir. Karşımızda yavaş yavaş hayatımızın her alanına yayılan bir yangın varsa, onu bize görünür kılan özsavunma aynı zamanda bu yangının söndürülmesi gerektiğini de söyler ve elimizde bunun için gerekli araçlara da dönüşür. Bu bağlamda mücadele pratiklerimiz de elbette özsavunmaya dahildir. 25 Kasımlarda ve 8 Martlarda polis mora boyadığımız polis barikatlarından “Okulumda tacizcilere geçit yok!” diyerek yaptığımız her ifşada, üniversitelerde ücretsiz SMEAR testinin kaldırılmasına çıkan her seste, mücadelenin devamı hep birlikte sorunun karşısına dikildiğimiz anlarda, haklarımız için yükselttiğimiz net taleplerimizde saklıdır.
Sonuç
Sonuç olarak iktidar politikaları üniversitelerin kısmi özerklik alanı oluşuna, kamusal niteliğine ve ürettiği bilginin niteliğine yönelik türlü saldırılar gerçekleştirerek bizleri feminist bilinç inşa etmekten, yan yana gelmekten alıkoymaya çalışıyor. Üniversiteli kadın ve LGBTİ+larsa hayatlarını kendi çıkarları için yeniden şekillendirmeye çalışan bu sisteme karşı mücadele etmeye hazırlar; geçtiğimiz iki yıldır kampüsleri, sokakları saran öfke bunun en büyük göstergesi olarak karşımızda duruyor. Bu atmosferde bizlere düşen, bu öfkenin toplam kadınların vereceği bir mücadele kanadına aktarılmasıdır.
Feminist üniversiteye giden yolun zemininde bu yatar, bize bu zemini sağlayan da feminist özsavunmadır. Bugün feminist üniversite mücadelesi, bize kafamızı kaldırtan feminist bilincin inşa alanlarını yeniden kazanmak için verilen mücadeledir, feminist üniversite mücadelesi feminist özsavunmanın kendisidir.
Görünür öfkemiz hem geleceğimize dair umudumuz hem de bu gelecek için yürüyeceğimiz yolda başlangıcımızdır. Bizleri yalnızlaştırmaya çalışan iktidara karşı birbirimizi feminist mücadelemizde bulacağız. Saray tüm saldırılarına devam etsin, kadınların sıkı sıkı tutulu ellerini çözemeyecek.