İktisat Araştırma Görevlisi “Eğitimde Tasarruf olmaz!” kampanyasına yönelik soruları cevapladı
universiteli.org ekibi olarak Öğrenci Kolektifleri’nin başlattığı “Eğitimde Tasarruf olmaz! Alacaklıyız, Alacağız!” kampanyasını Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü Araştırma Görevlisi Baver Yeşilyurt ile birlikte konuştuk.
Orta Vadeli Program (OVP) kapsamında oluşturulan kamuda tasarruf paketi hangi temel hedefleri amaçlıyor ve bu hedefler ekonomik anlamda ne kadar sürdürülebilir?
Orta Vadeli Program kapsamında oluşturulan kamuda tasarruf paketi, kamu harcamalarının kısıtlanması, bütçe açığının azaltılması, enflasyonla mücadele, dış borç bağımlılığının azaltılması ve özel sektör yatırımlarına alan açılması söylemleriyle hayata geçirilmeye çalışılıyor. Temel hedef ise kamu maliyesinde sağlanacak denge ile talep yönlü olduğu düşünülen enflasyonun frenlenmesi olarak kendini gösteriyor.
Ancak paket içeriğinin halkın perspektifinden yapılan dikkatli bir incelemesi, bu paketin esas olarak kamusal kaynakların sermayeye transferini hedeflediğini ve enflasyona karşı mücadele politikalarının esasen emeğe karşı mücadeleyi hedeflediğini gözler önüne sermektedir.[1] Tasarruf tedbirleri adı altında uygulanan politikalar, gerçekte toplumun geniş kesimlerinin yaşam standartlarını düşüren bir kemer sıkma programı olarak işlemektedir. Örneğin, 2024 yılı için 100 milyar TL tasarruf hedeflenirken, sadece faiz ödemeleri için ayrılan bütçe 1 trilyon 254 milyar TL’yi bulmaktadır. Cumhurbaşkanlığı ve bazı bakanlıkların bütçeleri artırılmış, ancak kamu personeli servisleri ve sosyal destek hizmetleri ilk kısılan kalemler arasında yer almıştır. Savunma sanayine 1 trilyon 140 milyar TL kaynak ayrılırken, kamuya yeni personel alımı sınırlandırılmıştır. KÖİ projeleri kapsamında garanti ödemeleri devam ederken, hastane, okul ve kamu binalarının yapımı durdurulmuştur. Harcamalara ve tasarruflara ilişkin bu kararların tasarrufta emekçileri hedeflediği, harcamada ise sermayeyi öncelediği açıktır. Kamu içerisinde ise kamu emekçilerinin yaşam ve çalışma koşulları törpülenirken, israfın esas kaynağı olan bütçe kalemleri tasarrufun dışında tutulmuştur.
Bu tedbirlerin ekonomik olarak ne ölçüde sürdürülebilir olacağını öncelikle halkın tepkisi belirleyecektir. Örneğin, kamuda servis ile sağlanan ulaşımın kaldırılması girişiminde geri adım atılmıştır. Ayrıca, İktisat teorisi açısından da içinde bulunduğumuz enflasyonist konjonktürün talep değil arz yönlü olduğuna, dolayısıyla kemer sıkma tedbirlerinin enflasyonu düşürmekte başarısız olacağına dair görüşler de ileri sürülmektedir.
Eğitim bütçesinde yapılan kesintilerin, uzun vadede ekonomik büyüme ve nitelikli insan gücü üzerindeki etkileri nasıl olabilir?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı bütçe ve performans istatistiklerine göre, çeşitli bileşenlerle beraber MEB, YÖK ve Üniversiteleri de içine alan eğitim bütçesinin GSYH’ya oranının 2016 yılındaki %4,18’e kıyasla 2022’de %1,83’e gerilediğini, bunun ancak 2023’te memurlara verilen seyyanen zamla %3,49’a yükseldiğini gözlemliyoruz.[2] Bu düşüşün en hafif tabirle dramatik olduğunu ifade etmek gerekir. Aynı istatistiklere göre, eğitim bütçesinin merkezi yönetim bütçesine oranı da 2016’daki %19,24’lük seviyesinden 2023 yılında %14,57’ye gerilemektedir. Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı, Bakanlıklar, TBMM, AYM, Yargıtay, Danıştay, Başkanlıklar, Genel Müdürlükler gibi kurumların pay aldığı Genel Bütçeli İdareler’in bütçesiyle Üniversitelerin bütçe giderleri oranları karşılaştırıldığında da keskin sonuçlar gözlemlenmektedir. Üniversitelerin Genel Yönetim Bütçe giderleri içindeki payının, yukarıda ifade edilen Genel Bütçeli İdarelere oranı 2016 yılında %4,36 iken bu oran 2023 yılında %2,90’a gerilemektedir.[3]
Bu istatistikler, merkezi hükümetin son yıllarda yaptığı bilinçli tercihi gözler önüne sermektedir. Milli eğitim ve üniversiteler ayrımı yapılmaksızın kamusal eğitime ayrılan pay törpülenmektedir. Yükseköğretimde bir yandan özel sektör mantığına alan açılmakta, diğer yandan kamu üniversitelerinin kamusal finansman kısıtlanmaktadır. Üniversite öğrencilerinin kamusal finansmanla edinebileceği ücretsiz eğitim, sertifika programları kapsamında ticarete açılmaktadır. Derslik kapasiteleri yetersizleşirken mevcut kapasiteler nitelik olarak eskimektedir. Akademik personelin araştırma olanaklarında kamusal finansman olanakları sınırlanırken Avrupa Birliği, TÜBİTAK ve özel sektörle yapılan ortak projeler öne çıkmakta, teknokentlerin ticari mantıkları öne çıkmaktadır. Bu nedenle, bağımsız araştırma yürüten araştırmacılar mali olanaklardan mahrum kalmaktadır.
Kamusal finansmanın kısıtlanması, üniversitelerin kendi ticari kanallarını açmasına sebep olmaktadır. Üniversiteler teknokentler aracılığıyla ticarete açılmakta, kantin gibi görece ucuz işletmeler kapatılarak kampüsler kahve zincirleriyle donatılmakta, Yaşam Boyu Öğrenme Merkezleri aracılığıyla üniversite bileşenlerinin kamusal olanaklarla ürettiği bilgi ticarileştirilerek kamuya satılmaktadır. Diğer yandan, akademisyenlere özel sektör iş birliğiyle kazanç kapıları açılmakta, bu şekilde araştırma gündemlerinin belirleyicisi kamusal ihtiyaçlar olmaktan çok bireysel kazanç olanakları haline gelmektedir. Sosyal bilimcilerin bilgi üretim süreçleri projelendirme kapsamına alınarak finansman desteğine kavuşturulmaktadır. Bu da bağımsız araştırmanın önüne engel oluşturmaktadır.
Tüm bunlar dahilinde, akademik personel ve öğrencilerin araştırma ve öğrenim süreçleri özerkliğini kaybetmekte, entelektüel gelişim sekteye uğramaktadır. Okurken geçinemeyen öğrenciler kampüse adım attıkları gün işçileşme yoluna gitmekteler ve bilgiye ulaşma olanaklarının en güçlü olduğu dönemde bir an önce diploma almaktan başka düşünceye sahip olamamaktalar. Geçinemeyen öğrenciler psikolojik rahatsızlıklara yakalanmakta, kayıtlarını dondurmakta veya silmekteler. “Nitelikli insan gücü”, entelektüel faaliyetleri de kapsayan bütünsel bir insanın gücünden ziyade sektör ihtiyaçlarını giderecek bilgiyi donanan insanın gücü olarak tanımlanır hale gelmektedir. Ekonomik büyüme, dar gelir gruplarından gelen öğrencilerin eğitim-öğretim süreçlerinden elenmesi pahasına sürmeye devam edecektir. Bu büyümenin, toplumun geniş kısmını oluşturan öğrencilerin ve genç işçilerin bütünsel yaşamı üzerinde oluşacak yarılmaya kendi başına engel olması ise mümkün görünmemektedir.
Devletin yükseköğretime ayırdığı pay hangi seviyede olmalı ki hem nitelikli eğitim sunulabilsin hem de öğrenciler mağdur olmasın?
OECD verilerine göre 2023 yılında Türkiye’de yükseköğretime yapılan kamu harcamasının GSYH’ya oranı %1.06’dır. Bu oran, İsveç, İsviçre, Belçika gibi ülkelerde %1.30’un; Finlandiya ve Danimarka’da %1.40’ın üzerindeyken Norveç’te %1.82’dir.[4] Ortalama ücretin asgari ücret haline geldiği bir ülke olan Türkiye’de hanehalkının eğitime ayıracak bütçesi son derece sınırlıdır ve temel sorunu hayatta kalmak haline gelmiştir. Kamunun yükseköğretime ayırdığı pay en az yukarıda belirtilenlerin düzeyine getirilmelidir.
Türkiye’de orta vadeli program ve ihracata dayalı ekonomi planının üniversiteye yansıması olan, YÖK ile Ticaret Bakanlığı işbirliğinde hazırlanan, akademisyenleri de sürece direkt dahil eden ihracat akademisi sizce üniversite için ne anlama geliyor?
İhracat akademisi, Ticaret Bakanlığı bürokrasisinin, üniversitelerin akademisyenlerinin ve Yaşam Boyu Öğrenme Merkezleri’nin, ihracatçı birliklerinin üst düzey temsilcilerinin, sektörün teknik yönüne hakim eğitmenlerin bir araya gelerek biçimlendirdiği ve müşterilerini beklediği, “Üniversite-Sektör işbirliğinin” örneklerinden olan bir kurum olarak hayata geçiriliyor.
İhracat Akademisi kapsamında verilecek eğitim kapsamında şu an için Ankara Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi pilot üniversiteler olarak seçilmiş olsa da kapsamının genişleyeceği açık. YÖK’ün aktardığı bilgiye göre eğitim programları üniversitelerin Yaşam Boyu Öğrenme/Sürekli Eğitim Merkezleri tarafından hayata geçirilecek.[5] Bu kurumsal oluşum üzerinden Üniversite bileşenlerinin politik ekonomisinin güncel durumunun izini sürmenin bir başlangıcını yapmak mümkün görünüyor. Bu merkezler, kamusal finansmanı yıllardır görece daraltılan üniversitelerin kendilerine mali olanaklar yaratmakta öne çıkardığı merkezlerdir. Kamusal finansmanın bilinçli olarak daraltıldığı noktada bilginin ticarileştirilmesinin ivme kazanması, üniversitelerin iç organizasyonlarının her geçen gün bir işletme mantığıyla düzenlenmesini beraberinde getiriyor. Üniversitelerin kamusal yönü, bilginin kamuya aktarımında da gözetilen kârlılık arayışıyla bütçe dengesini tutturmaya çalışan ortalama bir kamu kurumu olma vasfıyla sınırlanır hale geliyor.
Yalnızca teknik bilgi ve doğa bilimleriyle ilgilenen disiplinlere bağlı değil, sosyal bilim disiplinlerine bağlı akademisyenler de bu kurumsal düzenlemeler dolayımıyla özel sektörün teknik ve kalifiye eleman ihtiyaçlarına cevap vermekten sorumlu birer taşeron mesleki eğitimci pozisyonunda kalıyor.
İhracat Akademisi’nin İhracat Uzmanlığı Programı da olmak üzere bu eğitimler, sertifika programı olarak ücret karşılığında yapılmaktadır.[6] Üniversite öğrencileri için iş gücü piyasasında varlıklarını sürdürebilmek; kendi burslarından veya kredilerinden, ailelerinin gelirlerinden, öğrenciyken çalıştıkları işlerden kazandıkları gelirlerden artırarak kendilerini her geçen gün bu programlara dahil etmeyi bir mecburiyet olarak dayatıyor. Son tahlilde sermaye birikimine hizmet etmesi beklenen, öğrencilerin ve mezunların entelektüel gelişimiyle hiçbir ilgisi olmayan sertifika programlarına dayalı bu eğitimlerin mali bedeli, iş gücü piyasasında asgariye dayanan ortalama ücretlerden uzaklaşmak isteyen öğrencilerin veya mezunların kendi gelirlerinin ve ücretlerinin üzerine yıkılıyor. İhracatçılar, İhracat Akademisi aracılığıyla sermayelerini büyütmelerinin bir gerekliliği olan eğitimli iş gücünün mali bedelini öğrenciler ve mezunlara yıkarken, eğitim programlarının oluşturulması süreçlerinde oluşacak olası maliyetlerin bedelini de kamuya bağlı eğitim ve bilim emekçilerini işe koşarak sıfırladığı çözümü keşfetmiş bulunuyor.
Programdan elde edilen sertifikanın mikro kredi sistemine entegre edilmesi ve “akademik kredi” kapsamında değerlendirilmesinin de söz konusu olduğu belirtilmektedir. İhracat sektöründe çalışan emek açısından bakıldığında, sektör içindeki kaynaklara erişme açısından da bir yarılmanın gerçekleşmesinin önünün açıldığı açıktır.
“Eğitimde Tasarruf Olmaz! Alacaklıyız, Alacağız!” kampanyamız çerçevesinde taleplerimizi daha güçlü kılmak için hangi ekonomik argümanları kullanabiliriz? Hazine ve Maliye Bakanlığı’na iletilecek taleplerin ekonomik olarak daha ikna edici olması için hangi noktalara vurgu yapmalıyız?
- Eğitim Bütçesinin Kesilmesi, Ekonomik Büyüme İçin Tehdit Oluşturur
Önceki cevaplarımızda vurgulandığı gibi, eğitim bütçesinin GSYH içindeki payının 2016’da %4,18’den 2022’de %1,83’e düşmesi, yalnızca kamusal eğitimin niteliğini düşürmekle kalmamakta, aynı zamanda uzun vadeli ekonomik büyümeyi de baltalamaktadır. OECD ülkeleri ile kıyaslandığında, Türkiye’de yükseköğretime ayrılan payın oldukça düşük olması, ülkenin küresel rekabet gücünü zayıflatacak ve kalkınma sürecini sekteye uğratacaktır. Kamusal finansman törpülenirken, üniversitelerin özel sektöre olan finansal bağımlılığı artmakta ve akademik üretim piyasa ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir. Ancak piyasa mantığıyla belirlenen eğitim politikaları sermayenin kısa vadeli ihtiyaçlarını karşılamaya odaklıdır.
Kamusal finansmanın azalması, bağımsız akademik araştırmaların önünü kesmekte ve üniversitelerin bilgi üretme kapasitesini sınırlandırmaktadır. Bu da, uzun vadede bilimsel ilerleme ve teknolojik yeniliklerin sermayenin ihtiyaçlarının güdümüne sokulması anlamına gelir. Halkın geniş kesimlerinin ihtiyacını gidermeye yönelik bilimsel ilerleme ve teknolojik yenilikler ikinci planda kalmaktadır. Ekonomik büyümenin patikası kamunun ihtiyaçlarından çok özel sektörün kısa dönemli çıkarlarınca belirlenmektedir .
- Kamusal Eğitim Yetersizliği, Sosyoekonomik Gelişmeyi Durduruyor
Eğitime erişimde yaşanan finansal engeller, özellikle dar gelirli öğrencileri hedef almakta ve sosyoekonomik gelişmeyi durdurarak gelir eşitsizliğini arttırmaktadır. Orta Vadeli Program’ın bir parçası olarak uygulanan tasarruf tedbirleri, üniversitelerde yemekhane ve yurt hizmetleri gibi temel destek mekanizmalarını kısıtlamakta, barınma ve beslenme krizi yaşayan öğrencilerin eğitimlerini sürdürmesini güçleştirmektedir.
Bunun sonucunda, öğrenciler eğitim almak yerine hayatta kalmaya odaklanmak zorunda bırakılmakta ve erken yaşta işçileşmeye itilerek eğitim hakları ellerinden alınmaktadır. Öğrenciler mezun olmak yerine okuldan ayrılmak zorunda kalmakta ya da eğitim süreçlerini bir an önce tamamlamak için akademik içerik yerine yalnızca piyasa odaklı kısa vadeli becerilere yönelmektedirler. Bu süreç, nitelikli insan gücünün yetişmesini engelleyerek, ülkenin üretken iş gücü kapasitesini olumsuz etkilemektedir.
- Üniversitelerin Ticarileşmesinin İvme Kazanması, Eğitimin Niteliğini Düşürüyor
Devletin üniversitelere ayırdığı pay azaldıkça, üniversiteler kendi gelir kaynaklarını yaratmak için özel sektör mantığına uygun biçimde yeniden yapılanmaktadır. İhracat Akademisi gibi projeler, akademisyenleri özel sektörle iş birliği yapmaya zorlamakta, bilimsel araştırmaların ve akademik üretimin kamusal ihtiyaçlar yerine piyasanın taleplerine göre şekillendirilmesine yol açmaktadır.
Bunun sonucunda:
- Üniversiteler, sertifika programları ve ücretli eğitim modelleriyle bilginin ticarileştirilmesine öncülük etmekte, eğitimin erişilebilirliğini azaltmaktadır.
- Öğrenciler eğitim için daha fazla para ödemek zorunda bırakılmakta, eğitimin maliyeti kamu tarafından değil, bireyler tarafından karşılanmaktadır.
- Akademisyenler mesleki eğitimciye dönüşmekte, bağımsız akademik araştırma finansal olarak desteklenmemektedir.
Bu durum, üniversiteleri nitelikli eğitim sunan kamusal kurumlar olmaktan çıkarıp, özel sektörün ihtiyaçlarına göre yönlendirilen işletmelere dönüştürmektedir. Böyle bir kurumsal mimaride entelektüel gelişim ve bilimsel özgürlük geri plana itilirken, öğrencilerin eğitime erişimi doğrudan ekonomik güçleriyle sınırlı hale gelmektedir.
- Beyin Göçü ve Sermaye Kaybı: Eğitimde Tasarruf, Gelecekten Tasarruftur
Üniversitelerde kamusal finansmanın azalması ve akademik özgürlüğün kısıtlanması, genç araştırmacıları ve akademisyenleri yurtdışına yönlendiren önemli faktörlerden biridir. Kamusal eğitim yatırımlarının kısıtlanması, nitelikli insan kaynağını Türkiye’de tutmayı zorlaştırarak beyin göçünü hızlandırmakta ve ülkenin uzun vadeli bilgi üretme kapasitesini düşürmektedir.
Beyin göçü, yalnızca nitelikli iş gücünün yurtdışına gitmesi anlamına gelmez, aynı zamanda ülkeye geri dönüşü olmayan büyük bir ekonomik kayıptır. Kamusal eğitime yeterli finansman sağlanmadığında, devletin ve toplumun uzun yıllar boyunca yatırım yaptığı iş gücü, başka ülkelerin ekonomisine katkı sağlayan bir kaynak haline gelmektedir.
Özetle, eğitim bütçesinde yapılan kesintiler, ekonomik büyümenin temel dinamiklerini zayıflatmakta, toplumsal eşitsizlikleri arttırmakta ve ülkenin bilimsel ve entelektüel kapasitesini erozyona uğratmaktadır. Kamusal eğitime yapılan her yatırım, uzun vadede hem ekonomik kalkınmayı hem de toplumun entelektüel kapasitesini destekleyen bir unsurdur.
Taleplerimizin Ekonomik Dayanağı
Bu çerçevede, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na iletilecek talepler şu ekonomik argümanlarla desteklenebilir:
- Eğitim bütçesinde yapılan kesintiler, uzun vadede ekonomik büyümeyi zayıflatmaktadır. OECD ülkelerinin eğitim yatırımlarıyla karşılaştırıldığında, Türkiye’nin GSYH içindeki eğitim harcaması payı arttırılmalıdır.
- Kamusal eğitim harcamalarındaki azalma, gelir eşitsizliğini arttırarak düşük gelirli öğrencilerin eğitime erişimini engellemektedir. Bu durum sosyoekonomik gelişmeyi kısıtlamakta ve eğitimli iş gücü arzını daraltmaktadır.
- Üniversitelerin piyasa mantığıyla hareket etmek zorunda bırakılması, eğitimin nitelik kaybına yol açmakta ve akademik özgürlüğü tehdit etmektedir. Kamusal finansman, eğitim süreçlerinin piyasa tarafından belirlenmesini engellemek için arttırılmalıdır.
- Beyin göçü hızlanmakta ve Türkiye, yetiştirdiği insan kaynağını kaybederek ekonomik olarak zarara uğramaktadır. Eğitime yapılan kamusal yatırım, nitelikli iş gücünü ülkede tutmanın temel aracıdır.
- Üniversiteler ticari işletmelere dönüşmemeli, bilginin ticarileştirilmesine karşı kamu finansmanı artırılmalıdır.
Eğitim, tasarruf edilecek bir alan değildir; aksine, uzun vadeli ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın en önemli yatırım alanıdır. Bu nedenle, eğitime ayrılan bütçenin arttırılması, yalnızca öğrencilerin değil, ülkenin geleceği için de kritik bir zorunluluktur.
universiteli.org
Kaynakça:
[1]Kamuda tasarruf paketine ilişkin buradaki özetin daha kapsamlı incelemesi için, bkz. “Muniroğlu E (2024). Tasarruf Tedbirleri mi? Kemer Sıkma mı?. Mülkiye Dergisi, 48(2), 479-488”.
[2] Bkz. T.C. MEB 2024 Yılı Bütçe Raporu.
[3] Bkz. T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Bütçe İstatistikleri
[4] Bkz. Public spending on education, OECD.
[5] https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2025/ihracat-akademisi-acilisi.aspx
[6] İhracat akademisinin Ankara eğitimine başvuru yapılmaya çalışıldığında ücret bilgisi yirmi bin lira olarak görünmektedir.